Real Mourinho Real Madrid'e karşı
Bugüne kadar hep yıldızlara yatırım yapmış Real Madrid, 'genç bir takım' olarak anılıyor artık.
Bu yazıyı yazdığımda Milano’daki rövanş oynanmamıştı henüz. Bernabeu’daki Şampiyonlar Ligi maçında Milan’ı 2-0 yenmişti Real Madrid. Skordan öte 90 dakika boyunca top göstermemişti rakiplerine. Maçtan sonra, “Genç oyuncularımız, Ronaldinho, Gattuso, Pirlo gibi ustalara karşı ezilmedi, oyunun duygusal yanını iyi kaldırdı” gibisinden şeyler söylüyordu Jose Mourinho.
İlginç sözler... Hep yıldızlara yatırım yapmış Real Madrid ‘genç bir takım’ olarak anılıyor artık. Hâlâ PAF takımdaymış edasıyla oynayan Özil’in, Khedira’nın, Di Maria’nın, Higuain’in ve yeniyetmeliğe takılı kalmayı tarz yapmış Ronaldo’nun sırtında artık ‘Galaksilerin forması’...
Biraz hinlik yapayım. “Guti, Raul gibi yıldızları yolladım, çocukları takıma doldurdum, Milan’ı perişan ettim, işte devrim böyle olur, bir hoca takıma böyle damgasını vurur” diyor olabilir kendini beğenmiş Mourinho... Haksız mı? Şimdi Mesut’u kıskananlar cephesi, “Kaka düzelsin bakalım Real Madrid’de oynayacak mı?” iddiasında ama ben kuşkuluyum. Kaka bile bu takımda yer bulamayabilir.
Benim için Mourinho’nun sözlerinin en önemli yanı futbol denen oyunun duygusal yanına dikkat çekmiş olması... Evet, futbol fizikle ve teknikle ama aynı zamanda duyguyla oynanıyor. Ya da ayakla ve kafayla ama aynı zamanda kalple... Oyuna bütün duygularınızla odaklanmak, birlikte oynamaktan haz almak, şevkle sahaya çıkmak, sevinçte ve üzüntüde birlikte olmak... Buradan doğmuyor mu futbol aşkımız?
Günaydın örgütlü kaos
Mourinho bir yana ama ben Real Madrid’e sempati duyacağımı aklımdan bile geçirmezdim. Hele Barcelona aşkım bambaşkayken. Yaşarken şu Barça’yı izlemeyi nimet sayıyordum, şimdi Real’in maçlarını da iple çekiyorum. Mourinho “İstediğim takımı yaratmak için iki yıl gerek” demişti ama hocaların gelip geçici, ‘büyüklük komleksi’nin kalıcı olduğu Real Madrid, Real Mourinho olma yoluna girmiş gibi.
Adını verirsem bana kızacağını bildiğim film ustası bir dostum, “Real çok hızlı ve dikine oynuyor, onların yanında Barcelona sıkıcı gelmeye başladı gibi” diyordu keskin futbol gözüyle. Haksız değil galiba.
Hayır, Barça’yı kolay boşayacak değilim. Özellikle ideal Xavi, Busquets, Iniesta orta alanıyla çıktıkları Sevilla maçında harika bir modern bale, pardon futbol resitali verdiler yine. Üçüncü golde takımın en ucunda, rakip kaleciyle burun buruna gelen adam sağbek Dani Alves’ti, anlayın!
Ne ki Real’in de baş dödürdüğü kesin. O kadar çabuk, o kadar dikine ve uzun paslı oynuyorlar ki pilot kameralar bile topu yakalamakta güçlük çekiyor. Geçen hafta Hercules’e attıkları, Bolt hızındaki üçüncü gol gibi... Kale arkalarına panaromik kameralar koyup oradan vermeli onların maçlarını...
Barcelona daha kısa paslı oynuyor ve çoklukla ayağa atıyor topları... Orta saha oyuncuları topu alıp dönüyor karşı kaleye... Real Madrid ise uzun ve dikine tek paslarla çıkıyor artık. En etkili hangi pas varsa o seçiliyor, gereğinden fazla pas yok. Koşu yoluna atılıyor toplar daha çok. Hareket halinde buluşuyorlar topla. Sürekli basketteki hızlı hücum hali... Mesut Santander maçında koşarken topla buluştu, koşarken topu düzeltti ve koşarken ağlara bıraktı.
Mourinho Porto’yu ve Chelsea’yi de böyle oynatıyordu. Hareketli bir santrforun yanına iki hızlı açık koyuyor, bunları yer değiştirerek zıpkın gibi ileri salıyordu. Inter’de daha çok kendi yarı alanında baskı yapıp buradan kaptıkları toplarla çıktı oyuncuları... Real’de ise bu kez oyunu orta çizginin rakip yarı alan tarafında karşılıyorlar. “Her kulübün kendine özgü kimliği var, onu da dikkate almak gerek” derken Mourinho bunu kastediyordu herhalde; “Real Madrid’sen hep atakta olacaksın”... Savunmayı ileri çıkarmanın gözü kör olsun, şimdi ligde hemen hemen her maçta nazar boncuğu gibi bir gol yiyorlar ama çok daha fazlasını atıyorlar.
Barcelona kolay okunur bir 4-3-3 oynuyor. İlerideki altılı ve onlara katılan kanat beklerden biri karşı ceza alanı önündeki beş-altı metrelik kuşağa yerleşiyor. Burayı enine katederek ya içeri ara pası atıyorlar ya da şut çekiyorlar. Messi’ye fazla dayanan bir oyun. David Villa’nın uyum gösteremediği anlarda işler karışıyor. Kolay denetim altına giriyor Barcelona... Ligde Hercules bu alanları üçlü dörtlü sıkıştırdı, Barça maçı kaybetti.
Uzun dik toplu 4-3-3’ün adamı Mourinho ise Real’e, efsane Brezilya’ya benzetilebilecek bir 4-2-4 oynatıyor. Topu kazandıklarında kanat bekler hemen ileri çıkıyor. 2-4-4’e dönüyorlar ama onsekiz çevresinde oyalanmıyorlar. Dip çizgiye çok çabuk iniyorlar. Oyunun rotasını çaktırmadan çizen Mesut gibi gizli adamlar var ama kimin nerden geleceği belli değil. Hızlı bir basketbol gibi ama sahanın her alanında. Ve herkes duruma göre her rolde.
Rakipleri için içinden çıkılmaz bir kaos. Kendileri için çalışılmış uyumlu bir performans. İzleyen için coşkun bir bale.
El (Neo)Clasico geliyor
Mourinho’nun oyuna müdahaleleri de izlemeye değer. Hercules maçının ilk yarısında sıkıştılar. 1-1’i bulunca stoper Pepe’yi çıkardı, ikinci santrfor Benzema’yı sahaya sürdü Mourinho. Bekler orta alana geçti. 1-2-3-4 gibi yelpaze tarzı diziliş çıktı ortaya. Oyun iyice genişledi. Öne geçince bu kez Mesut’u çıkartıp solbek Marcelo’yu onun yerinde, forvet arkasında oynattı Mourinho.
Velhasıl 28 Kasım’daki Barça-Real maçını bekliyorum artık. El NeoClasico’ya yürek ve kafa dayanmayacak.
Futbolcu olarak Mesut Özil
Kimilerine göre tepeden zorlanmış ‘tek kültürlü entegrasyon’un reklam simgesi... Kimine göre hakları için mücadele edeceğine içine kapanan ve Türkiye’deki milliyetçi politikalara malzeme olanların günah keçisi... Kimilerine göre sadece kendi çıkarını düşünen akıllı bir genç... Hepsinde gerçeklik payı olabilir ama Mesut Özil bunlardan fazlasını temsil ediyor.
Geçenlerde Real Madrid’in bir maçında Arap asıllı Khedira ile Mesut paslaştı, bizim spiker tam “Real’in iki Alman oyuncusu paslaştı” diyecekti, durakladı. Çünkü böyle bir durum yoktu sahada. Real Madrid forması giymiş, değişik etnik kökenlerden iki futbolcu vardı sadece.
Mesut’un futbol tarzı da bir kalıba sokulacak gibi değil. Sessiz, yumuşak, akar gibi oynuyor. Ama oyunun rotasının değiştiği her yerde ve her anda o var. Kendi savunma hatları arasında dolaşıyor, top çalıyor, adam şaşırtıyor. Gollerden önceki paslarda ve araya sızmalarda o var.
Günümüzün futbolu artık ülke patentli ekolleri, etnik kökenli tarzları geride bıraktı. Futbol çok kültürlü dünyanın en ileri hattında. Mesut da bunun bir rengi. İlla hoşunuza gidecekse “Mesut’un tarzı çok kültürlü futbola bir Türk katkısıdır” deyin, rahat edin.
TSL standardına dönüş
Sezon başında “Üç büyük ilk üçe giremez” derken, yapılan onca transferden kısa zamanda uyumlu ve zor kaybeden takımların çıkamayacağını düşünmüştüm. Tabii hâlâ kolay çürüyecek bir öngörü bu.
Şimdi bakıyorum, bırakın çağdaş futbol oynayan takımlar oluşturmayı, şimdiden Türkiye Süper Ligi standartlarına döndü takımlarımız. Herkes bir memnun ki sormayın.
Bursa-Fener maçında iki takım da savunma önüne birer ilave stoper dikerek golü duran toplara ya da karambollere bıraktı. Fenerbahçe hızlı oyundan, Bursa Şampiyonlar Ligi’nde edinmeye başladığı ileride savaşma özelliğinden vazgeçti. İki takım da kaybetmediğine sevindi. Kazanamadığına üzülen çıkmadı. Çünkü kazanmak için oynamadılar. Son 20 dakikada topu alanın karşı kaleye gitmesi, iki takım savunmacılarının kendi kalesine çabuk ricat etmesinden.
Bir hafta önce Kadıköy’de beraberliğe sevinen Galatasaray, daha çağdaş top oynayan Antalya maçının koskoca ikinci yarısında resmen zaman çalmaya oynadı, zaman.
Herkes layık olduğu futbolu izlermiş. Hayırlı olsun.