PKK'nın tasfiyesiyle Kürt sorunu farklı

Cengiz Çandar, Kürt sorunu üzerine çok tartışılacak bir yazı kaleme aldı. Çandar, devletin PKK'yı tasfiye etmekle, Kürt isyanını bitirmek arasında tercih yapmasını istedi.

PKK konusu bir "örgüt"le başetmek konusu olsaydı, mesele çoktan hallolurdu. Türk devletinin gücü, uzun yıllar öncesinden içine sızmış olduğu bir "örgüt"ü sona erdirmeye yetmeyecek olabilir mi?

Ya Türk Silahlı Kuvvetleri? NATO'nun ikinci büyük ordusunun, belirli ve sınırları belli bir coğrafyada hareket eden birkaç bin kişilik silahlı bir gücü 25'i yılı aşkın bir süre içinde tasfiye etmemesi mümkün olabilir mi?

Üstelik, PKK örgütü, ABD ve AB tarafından "terörist örgütler listesinde, İran, Irak ve Suriye gibi bölge ülkelerinin her biri, bu örgüte karşı olduğunu her vesileyle Türk yetkililerine bildiriyorlar ve PKK, ne kadar yalçın ve sarp olursa olsun, bir dağ kütlesi olan Kandil'de silahlı güçlerinin karargahı sayesinde var olmaya devam ediyor ve bir türlü bitirilemiyor. Bu akla uygun mu?

Dolayısıyla, konuyu "PKK örgütü"nden ötesindeki boyutlarıyla görmek ve anlamak zorundayız. Eğer tüm enerji "örgüt"e ve "örgüt"ün tasfiyesine odaklanırsa, hem sürekli ve gereksiz bir vakit kaybına yol açar ve hem de söz konusu zihniyetten yola çıkan politika sürekli patinaj yapar.

Türkiye, bir "Kürt isyanı" ile karşı karşıyadır. Adını doğru koyalım. Tarihte görülmedik, bilinmedik bir olgu da değil bu. Cumhuriyet tarihinde abartmalı bir rakamla 28 Kürt isyanından söz ediliyor. Oysa, çapı ve yol açtığı siyasal ve toplumsal sonuçlar bakımından 3 büyük isyan var. 1925 Şeyh Sait İsyanı, 1929-30 Ağrı Dağı İsyanı ve 1937-38 Dersim İsyanı.

Bu isyanların her biri şiddetle bastırıldı ve lider kadroları, başta 1925'teki Şeyh Sait ve Dersim İsyanı'nın lideri Seyyid Rıza asılarak yok edildiler.

PKK, tarihteki üç büyük isyanı ile kıyaslandığında üçünün toplamından daha büyük, daha yaygın ve daha geniş zamana yayılmış olan isyanın silahlı omurgası.

Hala tümüyle söndürülememiş, bitirilememiş olan bu dördüncü ve son isyanın, kendisinden öncekilerden bir temel farkı da, yenilmemiş ve liderlerinin yok edilmemiş olması.

Kendisini çıkış noktasında hedefine ulaştıracak askeri anlamda bir başarı elde etmiş değil ama yenilmiş de değil. Lider kadrolarını koruyor; lideri ise hapiste ve siyasete bir şekilde müdahale edebiliyor.

Ciddiye alınması gereken oranda kitle desteğine sahip, kendisinden öncekilerden çok daha karmaşık özellikler taşıyor ve modern dünyanın her türlü aracını kullanabiliyor.

Dağlarda eli silahlı güçlerinden, şehirlerde kadrolara, Avrupa'daki diasporasından, Türkiye'de yerel yönetimlere –ki, Irak Kürdistanı'nda Mesut Barzani ve Celal Talabani bile 99 belediye yönetecek yönetim tecrübesine sahip bulunmuyorlar- ve hatta TBMM'de temsile uzanan geniş bir yelpazede hareket ediyorlar.

Son derece dinamik bir ülke olan Türkiye'nin dinamizmiyle inter-aktif bir ilişki içinde; "sui generis" yani tümüyle "kendine özgü" nitelikte bir Kürt isyanı söz konusu olan.

Bütün bu nedenlerle, çözümü de çok kolay değil, sabır, zaman, siyasi irade, siyasi cesaret, demokraside sebat, yaratıcılık, kıvraklık, beceri ve akıl ve daha nice nitelikler gerektiriyor.

Bu yüzden, ister Amerikalılarla, ister Irak yöneticileriyle ve ister hatta Irak Kürtleriyle "güvenlik düzenlemeleri" yaparak, esas olarak "güvenlik ekseni" üzerinden giderek, bu isyanı sonlandırmak, bugüne kadar yapılanları yapmaya devam etmek ve sonuç alamamakla eş anlamlıdır.

Radikal'de önceki gün, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde sınır boyunda bir "güvenlik kuşağı"nın kurulmasını, yani orada üs kurmak istediği, bu isteğin Amerikalılar tarafından desteklendiği ama bunun Irak hükümetinin iznine bağlandığını öne süren bir haber yayınlandı.

Bunu ciddiye almak mümkün değil. Zira, Irak, dünden itibaren 207 gün ile, dünya tarihinin seçim sonrası en uzun hükümetsizlik döneminin rekorunu kırdı. Irak'ı en yakından izleyen gözlemcilerin başında gelen Uluslararası Kriz Grubu'ndan (ICG) Joost Hilterman, önceki gün İstanbul'da "en az, en az Ocak ayına kadar Irak hükümetinin kurulabilmesinin söz konusu olmadığını" söyledi.

Kurulduğu vakit, Türkiye'ye bu konuda "yeşil ışık" yakılmasını kimse beklemesin. Öyle bir hükümetin kurulmasında rol oynayacak olan Kürtlerin, kuzeydeki yönetimleri, Türkiye'nin kendi topraklarında sürekli bir askeri üs sahibi olmasına sıcak bakmazlar. Türkiye ile iyi ilişkilerden yana olmak başka, kendi topraklarında, Türkiye'nin Kürt sorununun silahlı güç yoluyla halli için, boydan boya Türk askeri güçlerini üslendirmek başka.

Yine de, Kandil'de basın toplantısı düzenleyen Murat Karayılan'ın PKK'nın "eylemsizlik" kararını "kalıcı" hale getirmeyip, bir ay daha uzatmasının, Türk basınına yansıyan bu tür haberlerin Kandil'de "barışa inanmayan itirazcı bir grubun Türkiye'nin yürüttüğü diplomatik trafiği sürekli negatif değerlendirmesi ve bunu tasfiye korkusu ile örgüte empoze etmesi"yle ilgili olmasından kaynaklandığını ileri süren yorumlar da göze çarptı.

Yani PKK içindeki "sertlik yanlısı" unsurların, Türkiye'nin son günlerde "güvenlik öncelikli" çalışmaları üzerine eli güçlendi izlenimi doğdu.

Karayılan, basın toplantısında, "Karşılıklı güvenin gelişmesi ve sürecin netlik kazanarak kalıcı bir barışa dönüşmesi için, bu sürecin süresiz bir ateşkes olarak uygulanması tarafımızdan arzulanmıştır. Ancak AKP hükümetinin son iki hafta içerisinde gerçekleştirdiği güvenlik zirvesiyle birlikte hareketimizin tasfiyesine dönük başta ABD ve Irak olmak üzere çeşitli güçlerle yürüttüğü diplomatik faaliyetler ve yenilemekte olduğu sınırötesi operasyon tezkeresi karşı tarafın samimiyetine ilişkin bizlerde ciddi kaygılar yaratmıştır" dedi.

Ortada karşılıklı olarak, anlaşılabilir bir "güven eksikliği" bulunduğu apaçık.

Öncelikle önümüzdeki bir ayın, ateşkesi "kalıcı" hale getirecek ve karşılıklı "güven"in yapı taşlarının döşenmesine yoğunlaştırmakta ülkenin selameti ve "negatif barış" zemininin sağlamlaşması ve "pozitif barış"ın temellerinin atılması için yarar var.

Bunun için ise, öncelikle, görüşme ve diyalog atmosferini canlı tutmak şart. İki bakan, Cemil Çiçek ve Sadullah Ergin'in BDP eş başkanlarıyla görüşmesi sistemleştirilmeli, bir seferlik bir "yanaktan makas alma" ve "oyalama taktiği" görüntüsünden çıkarılmalıdır.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün dün TBMM açış konuşmasında altını çizdiği "yeni anayasa yapılması" zarureti, vatandaşlık tanımı ve anadilde eğitim gibi anayasa maddelerinde ete kemiğe büründürülecek çalışmalara konu olmalıdır.

Kısacası, çözüm stratejisi, "örgüt"ün en kısa vadede tasfiyesi girişimlerine odaklanmaktan ziyade, tarihimizin en büyük Kürt isyanının bitirilmesi şartlarına yönelmeli ve buradan yola çıkarak "örgüt"ün "silahlı yapısı"nı kendi kendini bitirmesine imkan verecek bir rotaya sokulmalıdır.

Büyüyen Türkiye'nin kanatlanıp uçabilmesi için...

Cengin Çandar/ Hürriyet