ANALİZ - ABD'nin İran'a Yönelik Kazan-Kazan Stratejisi

Göreve geldiğinde nükleer anlaşma için “ABD tarihinin en kötü anlaşması” yorumunu yapan Trump, İran’da rejim değişikliği amacından ziyade, “yeni bir anlaşma olacaksa eskiye nazaran daha çok kazanım elde edeceğimiz şekilde olmalı” anlayışında Yeni bir müzakere sürecine doğru yol alınırsa, tıpkı Obama gibi Trump da İran’a yönelik yaptırımlarda birtakım yumuşamalara gidebilir Hameney DMO’nun ikinci komutanı Hüseyin Selami’yi yeni komutan olarak atadı. Bu atama, ABD’nin İran’a yönelik askeri bir operasyon olasılığına karşı atılmış bir adım gibi görünse de, daha çok olası nükleer müzakereler için yapılan bir hazırlık niteliğinde Cevad Zarif yaptırımları delme konusunda ustalaştıklarını söylese de, illegal yollardan yapılan petrol ihracatının, İran’ın giderek büyüyen ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmediğinin farkında

İSTANBUL -CEMALETTİN TAŞKEN- “İki cihanın da istirahati, şu iki sözün tefsirinden ibarettir: Dostlarla mürüvvet, düşmanlarla geçim!” Bu beyit hicri 8. yüzyılda İran’ın Şiraz şehrinde doğup büyüyen şair, edip ve mutasavvıf Hâfız-ı Şirâzî’ye ait. Beytin yazıyla alakalı kısmı ise şairin modern dünyanın sorunlarına dair asırları aşıp gelen bir çözüm reçetesi sunması.

Bilindiği üzere, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) terörist grup olarak ilan etmesinden itibaren artmaktan olan tansiyon bölgeye hâkim durumda. Bu gerilimin yatıştırılması adına ihtiyaç duyulan şey ise şiirde işaret edilen siyasi akıl. Kendi döneminin siyasi gerilimlerine şahit olan İranlı şairin söyledikleri, bugünün sorunlarının çözümüne de kılavuzluk edebilir. Zira temelleri kırk yıl önce atılan bu düşmanlık, gelecekte kontrolden çıkması muhtemel tehlikeli bir restleşmeye dönüşebilir.

Beyaz Saray bugüne dek alenen İran’da bir rejim değişikliği amacından söz etmiş değil. Ancak ABD siyasetindeki şahin görüşlü karar alıcılar, bu planın hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyor. Oval Ofis’in yönetim kademesinde görev alan cumhuriyetçiler arasında İran’da bir rejim değişikliğinin amaçlandığına inananların sayısı azımsanmamalı. Ancak böyle düşünenlerin, kısa vadede bölgeye korku salsalar da uzun vadede yanılma ihtimalleri var. Zira son günlerde yaşanan gelişmelerde bu yanılgıyı güçlendiren emareler mevcut. İran’dan petrol alan ülkelere yönelik muafiyetin Mayıs ayının başında sona erdirilecek olması, rejim değişikliği planından ziyade Tahran’ı, Washington’un istediği yeni bir anlaşma taslağına zorlama amacını taşıyor. Petrole dayalı bir ekonomisi olan İran’ın meşru bir petrol ihracatından mahrum bırakılması, gelecekte yeni bir anlaşma için ABD’nin masaya daha güçlü bir şekilde oturması anlamına geliyor. Devrim Muhafızları’nın komuta kademesinde yapılan değişiklik ise anlaşma ihtimali çerçevesinde Tahran’ın yapmış olduğu karşı bir hamle olarak değerlendirilebilir. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif yaptırımları delme konusunda ustalaştıklarını söylese de, illegal yollardan yapılan petrol ihracatının, İran’ın giderek büyüyen ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmediğinin farkında.

ABD tarafı yeni bir anlaşma zemini oluşturmak adına İran’a yönelik baskıyı artıran adımlar atıyor. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ABD’deki İran diasporası gerçekleştirdiği görüşmede, İran’a yönelik herhangi bir askeri operasyon planlarının olmadığının, Tahran yönetimini hedef alan Halkın Mücahitleri gibi örgütleri de desteklemediklerinin altını çizdi. İran halkına yönelik desteğini yineleyen ABD’li bakan, yeniden müzakere masasına oturtana kadar İran’a yönelik baskıyı devam ettireceklerinin ipuçlarını vermiş oldu.

Washington’ın İran dışındaki Tahran’a muhalif örgütleri desteklemediğini açıklama gereği duyması, yeni bir anlaşma öncesi İran’daki iç muhalefetin gücünü artırmak istemesinin bir sonucu. Zira ABD bu tür örgütlerin palazlandığı bir dönemde Tahran yönetiminin, iç politikada hayatta kalmaya çalışan muhalefet üzerindeki baskısını daha da artıracağının farkında. Gizli ya da açık, olası bir resmi temas öncesinde ABD tarafının en büyük destekçisi, Tahran yönetimine baskısını artıran ve gücünü kaybetmek istemeyen İran muhalefeti olacaktır. ABD siyasetinin İran’a yönelik savaş senaryolarının mevcut yönetimi güçlendirirken muhalefeti yok ettiği gerçeğini, (başta ABD olmak üzere) yurtdışında yaşayan İranlılar da sık sık dile getiriyorlar. Zira ABD’de yapılan başkanlık seçimlerine yüksek katılım sağlayan İran diasporası, başta Obama olmak üzere her zaman İran’la barış planı olan adayları tercih etmiştir. Her seçim öncesi kusursuz bir şekilde organize olan diaspora, ABD’deki seçimlerde demokrat parti adaylarını desteklemiştir. Bunun iki nedeni var: Birincisi, -Tahran’daki siyasi sistemle kavgalı olsalar bile- ağır basan İran milliyetçiliği; ikincisi ise İran’a yönelik olası bir savaşta ülkedeki muhalefetin tüm birikimlerini kaybedecek olması.

Trump yönetimi bu stratejisiyle Obama dönemine benzer bir yol izliyor. Her ikisinin de benimsediği strateji, ekonomik yaptırım uygulamak suretiyle İran’ı müzakereye mecbur etmek. Barack Obama, Trump kadar sert ve pervasız olmasa da, nükleer müzakereler öncesinde İran petrollerine ve petrol ticareti yapan şirketlere yönelik birtakım yaptırım kararları almıştı. Göreve geldiğinde nükleer anlaşma için “ABD tarihinin en kötü anlaşması” yorumunu yapan Trump ise İran’da rejim değişikliği amacından ziyade, “yeni bir anlaşma olacaksa eskiye nazaran daha çok kazanım elde edeceğimiz şekilde olmalı” anlayışını benimsedi. Yeni bir müzakere sürecine doğru yol alınırsa, tıpkı Obama gibi Trump da İran’a yönelik yaptırımlarda birtakım yumuşamalara gidebilir.

İran iç siyasetinde de Trump’ın bu planıyla uyumlu adımlar atılıyor. İran dini lideri Ali Hameney DMO’nun ikinci komutanı Hüseyin Selami’yi yeni komutan olarak atadı. Selami daha şahin bir isim ve ABD’nin bölgedeki tutumuna yönelik sert muhalefetiyle öne çıkıyor. Bu atama, ABD’nin İran’a yönelik askeri bir operasyon olasılığına karşı atılmış bir adım gibi görünse de, daha çok olası nükleer müzakereler için yapılan bir hazırlık niteliğinde. Yeni müzakere sürecinde Tahran’ın askeri bürokrasisindeki bu değişim, “Olası müzakerelerde Batı’ya yeni sözler verilecekse karşılığında da yeni kazanımlar elde edilmeli” mantığına dayanıyor. Müzakere masasında ılımlı kanatta yer alan tecrübeli siyasetçiler Hasan Ruhani ve Cevad Zarif olsa da, geri planda iç ve dış siyasette gücünü perçinleme fırsatını elde eden DMO yer alacak. Zira ABD’nin DMO’ya yönelik kararı, İran’daki muhafazakâr kanada hem iç politika hem de bölgesel meselelerde daha çok görünür olma adına muazzam bir etkinlik fırsatı sunmuş bulunuyor.

Ancak bu fırsatların, DMO’ya getirilerinin yanında Tahran’ın stratejisini derinden etkileyen ve yeni bir anlaşmaya iten yönleri de var. Bunlar Tahran’ın yapısal meseleleri olarak, İran’daki siyasi elitler tarafından ayrıntılı şekilde ele alınarak endişeyle tartışılıyor. Kısa vadede gerilimden yana bir tavır alınsa da uzun vadede yeni bir nükleer anlaşma Tahran için iyi bir çıkış yolu. Zira İran ekonomisi, kaynakların aşırı yayılmacı dış politikaya ayrılması nedeniyle eksik kalan sosyoekonomik yatırımlar sonucunda, petrol çağı sonrasına hazırlıksız yakalanmış durumda. Ayrıca nüfus artışının durağanlaşmasının yanı sıra, suyun ve toprağın bilinçsizce kullanımı sonucunda yaşanan doğal afetler, İran’ın acil çözüm için ciddi ekonomik kaynağa ihtiyaç duyduğu diğer büyük problemleri.

ABD’nin farkında olduğu ve Tahran’ı anlaşmaya götüren bir diğer mesele ise İran’daki nüfus problemi. 1975’te evlilik başı ortalama altı olan çocuk sayısı ikiye inmiş vaziyette. Demografik durağanlık İran’ın nüfus kompozisyonunu “Arap Baharını” tecrübe eden, “devrim” beklentisi yaşamış ülkelerden de farklılaştırıyor. Yaşanan ekonomik zorluklar, işsizlik, insan hakları ihlalleri ve anti-demokratik uygulamalar nedeniyle genç ve eğitimli nüfusunu hızla kaybeden İran, artık daha “orta yaşlı” bir ülke. Bu durum, bir yönüyle kısa vadede ekonominin ve rejimin istikrarını desteklese de uzun vadede biriken sorunları çözmüyor.

Durağan bir nüfusla bölgesel hâkimiyet kurabilmek için öz kaynakları yetersiz olan Tahran, başkalarının çocuklarını da kendi adına savaştırmak için tesirli bir ideolojik/dini söyleme ihtiyaç duyuyor. Bu ihtiyacın gözden kaçan diğer bir nedeni ise mevcut sisteme muhalif olan genç nüfusun önemli bir bölümünün, artık ideolojik çarpışmalarda yer almayı kabul etmemesi. Bu sebeple İran bölgedeki stratejisini köklü tarihsel ve ideolojik bağlara dayandıran söylemlerle temellendiriyor. Bu söylemler, yaşlanan İran toplumu için anlamlı olsa da dünyadaki değişimi yakından takip eden genç İranlıları tatmin etmiyor. Bu ideolojik ve tarihsel kökleri değiştirmeye yönelik herhangi bir girişim ise “İran Devrimi” mantığının sert tedbirleriyle karşılaşıp yok oluyor; çünkü Tahran’daki siyasi akıl küçük bir değişimin, beraberinde önü alınamaz dönüşümler getireceğinin farkında.

Nihayetinde, Trump’ın kısa vadede İran’da bir yönetim değişikliği amaçladığını söylemek için ekonomik yaptırımdan daha fazlasının olması gerekiyor. İran’daki siyasi ve ekonomik elit yerine İran ekonomisinin geneline uygulanan yaptırım, Tahran’daki siyasi anlayışı daha da güçlendiriyor. Ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrole uygulanan yaptırımlar, ekonomik zorluğa düşen İran halkının protesto ve direniş gücünü azaltıyor. ABD İran’da bir rejim değişikliği amaçlasaydı, yaptırımların ekonomik dar boğazda olan halkı değil yöneticileri ve onların kontrolündeki devasa şirketleri hedeflemesi gerekirdi. Washington’ın, bunun yerine DMO gibi bölgede savaşan bir orduyu ve onun petrol üzerindeki payını yok etmeye çalışması, savaş söyleminin bir taktik olduğunu ve müzakere olasılığının daha ağır bastığını gösteriyor. Zira ABD bu stratejisiyle, bölgede kontrol ettiği örgütlerle olan ekonomik bağını zayıflatmak suretiyle DMO’yu müzakere masasına oturmaya mecbur etmeyi hedefliyor. Bu gerilimli süreç Trump’ın ABD siyasetindeki geleceği adına da önemli. Politik söylemlerinde mühim bir yere sahip olan İran karşıtlığı, Trump için hem yeniden seçilebilmesi hem de İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle işbirliğinin devamı açısından önemli.

İran tarafı ise gelecek ABD seçimlerimde Obama çizgisinde, daha uzlaşmacı bir ismin seçileceğini ümit ederek bu süreci en az zararla atlatmayı düşünüyor. Gelecek seçimlerde adaylıkları muhtemel olan ABD’li siyasetçilerin seçilmeleri durumunda daha önce yapılan nükleer müzakereyi yeniden değerlendirebileceklerini söylemeleri, Tahran’ın ekonomik yaptırımlara karşı direnme motivasyonunu artırıyor. İran iç politikasında kontrolü ele almış olan muhafazakâr kanat, 21 ay sonra yapılacak ABD seçimlerinde demokrat bir adayın kazanması ümidiyle, ekonomik yaptırımlara dayanma yoluna gidecektir. ABD ile İran arasındaki gerilim had safhada devam ediyor gibi görünse de, her iki ülke de Hâfız-ı Şirâzî’nin tavsiyesine uymaya niyetli ve istekli görünüyor: “Dostlarına karşı şefkatli, düşmanlarınla geçimli ol”.

[Doktora çalışmalarını Fars dili ve edebiyatı alanında sürdüren İran uzmanı Cemalettin Taşken İran’ın iç ve dış politikasına ilişkin analizler kaleme almaktadır]

Kaynak: AA