21. YILINDA 28 ŞUBAT MAĞDURLARI - 'Balans Ayarı Topluma Yapıldı'

Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Babacan:'Çevik Bir'in, 'demokrasiye balans ayarı yaptık' demesinin sebebi aslında buydu. Bu balans ayarı, topluma yapıldı ve siyasal, sosyal, kültürel mühendislik projesi olarak yansıdı' '15 Temmuz'dan geriye dönüp 28 Şubat'a kadar bir okuma yaptığımızda, neden 28 Şubat'ın özellikle nesilleri ve eğitimi hedef aldığı, paralel bir şekilde FETÖ'nün neden yine eğitim üzerinden nesilleri kurgulama meselesine bu kadar odaklandığı karşınıza çok net bir şekilde çıkıyor'

21. YILINDA 28 ŞUBAT MAĞDURLARI - 'Balans Ayarı Topluma Yapıldı'
ALİ KEMAL AKAN - Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Babacan, "Çevik Bir'in, 'demokrasiye balans ayarı yaptık' demesinin sebebi aslında buydu. Bu balans ayarı, topluma yapıldı ve siyasal, sosyal, kültürel mühendislik projesi olarak yansıdı." dedi.

"Bin Yılın Sonu: 28 Şubat" kitabının yazarı Babacan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, soğuk savaş dönemindeki siyasetin, kutuplaştırıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, marjinalleştirici bütün taraflarının, 28 Şubat 1997'de Anadolu insanına paket olarak sunulduğunu söyledi.

Ülkedeki "batılılaşma" ile kültürel, sosyolojik ve felsefik anlamda uyuşamayan dindar kesimin, tepeden inmeci bir zihniyet eliyle tek parti yönetimlerinden bu yana kontrol altında tutulmak istendiğini belirten Babacan, bu yaklaşımın, 28 Şubat'ı oluşturduğunu, postmodern felsefenin yeni zihniyet dünyasına yaslandığı için de yöntemsel olarak adına "post modern" denildiğini ifade etti.

Babacan bu süreçte, bir taraftan Anadolu insanına baskılar uygulanırken, diğer yandan Türkiye'nin siyasal ve iktisadi blokunun, elitlerinin ve iktidar seçkinlerinin, devlet eliyle palazlandığını, bu kişilerin iktidar imkanlarını, ülkede yıllarca ellerinde tuttuğunu dile getirdi.

- "Medya patronları banka sahipleriydi"

Yine bu dönemde, medya sahipliğinin, İstanbul sermayesinin elinde bulunduğunu, her bir medya patronunun, birer banka, enerji dağıtım şirketi sahibi olduğunu anlatan Babacan, şu ifadeleri kullandı:

"Eğer normal demokrasi çerçevesinde konuşuyorsak, bu aslında şaşırtıcı ve garipsenmesi gereken bir durum. İktisadi akılla, iktisadi piyasayla bu kadar entegre olan bir medya, bize ne anlam ifade ediyordu? Bunun sorgulanması yapılmadı. Şimdi geriye dönüp de diyoruz ki, burada kirli bir ilişki ağı var. Siyaset ile ekonominin karşılıklı, kapalı devre, kirli bir al-ver ilişkisi bu. Yani, 28 Şubat öncesi 1994 krizini, sonrası 1999 ve 2001 krizlerini içine alan manzara şu formülasyonu bizlere anlattı; siyasi dizayn, ekonomide kaynak dağılımını değiştirmek için gerekli, ekonomide oluşturulan bu yeniden bölüşüm de yine siyasetteki dizaynın finansmanında kullanılıyor. Yani 28 Şubat bize, karşılıklı birbirini besleyen ve yeniden üreten bir döngü olarak ekonomi-siyaset ilişkisini anlatıyor."

Medya, iktisadi blok, siyasetçiler, sivil ve askeri bürokrasinin, 28 Şubat'ta bir düzenek oluşturduğunu dile getiren Babacan, bu düzenekle de "kendilerince her zaman tehlikeli görünen Anadolu insanının yönetilmesinin" düşünüldüğünü kaydetti.

- Cumhurbaşkanı seçimi öncesi çıkartılan krizler

Doç. Dr. Babacan, kendisini ülkenin sahibi gören elitlerin, yıllarca askerle beraber çalıştığını savundu.

Ne zaman cumhurbaşkanı seçimleri olsa, ülkede bir "sistemsel kriz" yaratılarak, bu algı üzerinden askerin devreye sokulduğuna dikkati çeken Babacan, yakın tarihte, AK Parti'nin güçlü iktidarı döneminde bile, Abdullah Gül'ün seçilmemesi için krizler çıkarıldığını, kendilerini ulusalcı ve cumhuriyetçi olarak tarif eden sosyolojik bir blokun, ülkenin çeşitli yerlerinde orduyu göreve çağıran mitingler düzenlediğini kaydetti.

Süreç içerisinde askerlerin verdiği brifinglerle, hakimler ve savcıların, "hukuk sistemi" üzerinden devreye sokulduğunu, toplumsal ve siyasal manzarada hakim ve savcı kararlarının tartışılmaya başlandığını anlatan Babacan, yine medya editörleri, Ankara temsilcileri ve yazarların, periyodik olarak bu brifinglerle algı yönetimine dahil edildiğini söyledi.

Babacan, sivil görünümlü ama hiç sivil olmayan sivil toplum kuruluşlarının da bu sürecin içerisinde birer unsur, işlevsel maşa olarak kullanıldığını ifade etti.

- "28 Şubat'ın üzerinde durulması gereken boyutu eğitim"

28 Şubat'ın en fazla konuşulması ve üzerinde durulması gereken boyutunun, eğitim olduğunu belirten Babacan, şunları söyledi:

"Eğitim bir endoktrinasyon aracıdır, resmi ideolojinin, 'makbul' bir vatandaş üretmek konusunda kullandığı en önemli mekanizmadır. 28 Şubat sürecinde 'nesilleri kurgulamak' diye bir mesele karşımıza çıkıyor. '28 Şubat bin yıl sürecek' derken aslında şunu söylüyorlar, 'biz öyle bir mekanizma kurduk ki bugünün kurumsal yapısını devam ettirecek, fakat daha da önemlisi gelecek projeksiyonunda bu 28 Şubat'ı, bin yıl yaşatacak nesiller olarak tasarladık.' İlkokullarda resmi ideolojiyle seküler, ulusçu, tek tipçi, dayatmacı, batıcı anlayışı mümkün olduğu kadar zerk etmeye çalışıyorsunuz ama bu, bir yandan imam hatipler eliyle direniş görüyordu. Bu da 'sistem arızasına' yol açıyordu. İmam hatip liselerinin katsayı meselesi üzerinden önü kesildi, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim getirildi. Böylece imam hatip okullarının orta kısmı kapatıldı ve sistem yeniden kendi içinde bir öğütücü mekanizma olarak işlettirildi. Başörtüsü meselesi de Kur'an kurslarına belli bir üst yaş baremi konması da yine bu nesil kurgulama projeksiyonunun alt cüzleridir."

28 Şubat'ın son derece çiğ, mağduriyet yaratıcı, hoyrat, dikteci pratikle toplumun karşısına çıktığını söyleyen Babacan, "Çevik Bir'in, 'demokrasiye balans ayarı yaptık' demesinin sebebi, aslında buydu. Bu balans ayarı topluma yapıldı ve siyasal, sosyal, kültürel mühendislik projesi olarak yansıdı." ifadesini kullandı.

Babacan, Türkiye'nin siyasal ve iktisadi blokunun, elitlerinin ve iktidar seçkinlerinin, "arıza" veren sistemi eğitimle değiştirmek istediğini, yarın, öbür gün Türkiye'deki bu iktidar kavgasında, istemedikleri sorunların yaşanmasını da bu yolla engellemeyi amaçladıklarını dile getirdi.

- "FETÖ'nün okullarının önü kesilmedi"

28 Şubat'ın merkezinde eğitimin ve nesillerin kurgulanması olmasına rağmen Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) o dönemdeki okullarının hiçbirinin önünün kesilmediğine işaret eden Babacan, şöyle devam etti:

"FETÖ'nün yıllar boyunca stratejik hedefinde 'altın nesil' meselesi var, yani nesilleri kurgulamak ve eğitim. 15 Temmuz'dan geriye dönüp 28 Şubat'a kadar bir okuma yaptığımızda, neden 28 Şubat'ın özellikle nesilleri ve eğitimi hedef aldığı, paralel bir şekilde FETÖ'nün neden yine eğitim üzerinden nesilleri kurgulama meselesine bu kadar odaklandığı karşınıza çok net bir şekilde çıkıyor. Çünkü 28 Şubat'ın eğitim üzerinden engellediği nesiller, kuşaklar başka bir tarafa hizmet edeceklerdi, başka bir ölçüyü yükselteceklerdi, başka bir kritere dayanacaktı."

- "28 Şubat'a doğrudan destek verenleri nereye koyacağız?"

Doç. Dr. Babacan, 28 Şubat'ın izlerinin hala sürdüğünü ifade ederek, "28 Şubat davası sadece Batı Çalışma Grubu üzerinden başlatılmış ve süren bir dava. Oysa 28 Şubat'a doğrudan doğruya destek veren bugünün demokrasi havarilerini nereye koyacağız? Tek tek isimlerden ziyade bunların hepsinin net bir şekilde hukuk ve toplum önünde hesap vermesi gerekiyor. 28 Şubat'ı el birliğiyle, ortaklaşa yaptılar ve bunların hepsi suçlu. Bu suçun adı da 'Toplum iradesini, hakkını gasp etmektir.' Bu en büyük suçtur." şeklinde konuştu.

Darbelerle yüzleşme ve yargılama meselesinin doğrudan doğruya sivil unsurlarıyla, hükümetiyle, yargı mekanizmasıyla, üniversiteleriyle, medya unsurlarıyla ve her manada hakkıyla ele alınması gerektiğini ifade eden Babacan, şunları kaydetti:

"Şu an bu konuda hala bir eksiklik görüyorum. Suç ortaklığı yapan sivillere bu işin muhakkak uzanması gerekiyor. Darbeyi yargılamak, parçacı değil, total bir zihniyet hesaplaşmasından geçer. Bugün hala 28 Şubat dönemindeki siyasi mülahazalarla verilen kararlar neticesinde 20 yıldır cezaevinde olan mahkumlar var. O insanlara toplum olarak borçluyuz. Onların ailelerine, belki hiç birlikte oturup bir akşam yemeği yiyemedikleri, bugün evlilik çağına gelmiş çocuklarına, yıllarca maddi, manevi yükü tek başlarına göğüslemek zorunda kalan eşlerine, onlar cezaevindeyken ahirete göçen anne babalarına borçluyuz. Bu sürecin temizlenmesi ilkin zihniyetlerin temizliğinden geçecekse eğer ki öyledir yapısal olarak, hukuka da yepyeni bir zihniyet kazandırmak bu toplumun her ideolojisinden her bir ferdinin üzerinde kaçınılmaz bir yükümlülüktür."

Kaynak: AA