ANALİZ - İran Yaptırımları Ve Küresel Finansal Dönüşüm

Trump yönetiminin İran’ı köşeye sıkıştırmak ve izole etmek maksadıyla uygulamaya başladığı yaptırımlar başta hiç hesap edilmeyen sonuçlara yol açarak AB, Rusya, Çin ve diğer yükselen güçler arasında yeni işbirliği alanlarının gelişmesini tetikleyebilir İran yaptırımlarının aşılması için AB, Rusya ve Çin gibi küresel aktörleri aynı platformda bir araya getiren alternatif finansal mekanizmalar, uzun vadede küresel finansal sistemin dolarmerkezli yapısını tehdit edecek gelişmelerin ilk sinyalleri olarak görülebilir Küresel ekonomi politik sistemdeki uzun vadeli ve sistemik dönüşümler açısından bakıldığında başat Avrupalı aktörlerin artık ABD yönetiminin tektaraflı ekonomik yaptırım politikasından ve doların küresel egemenliğini istismar ederek müttefiklerini belli stratejik tercihlere zorlama alışkanlığından sıkıldığını görmek gerekiyor İran yaptırımlarının aşılması için Özel Ödeme Aracı fikrinin AB tarafından kurumsal olarak gündeme getirilmesi bile savaş sonrası kurulan Bretton Woods sisteminde doların küresel hâkimiyetine karşı şimdiye dek verilmeyen sertlikte bir tepkiyi ifade ediyor.

SADIK ÜNAY - Uluslararası ilişkilerde ekonomik yaptırımların kullanımı, tarihsel olarak oldukça erken dönemlerde başlar. Ancak yaptırımlar, çok nadiren uygulayan ülkelerin ya da karar alıcıların başlangıçta arzu ettikleri politika değişimlerini sağlama noktasında başarılı olabilirler. Siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve iktisat yazınlarında yaptırımların ticaret hacmini ve ekonomik verimliliği düşürdükleri; toplam refahı olumsuz etkiledikleri; yaptırıma maruz kalan rejimler için bir mağduriyet algısı oluşturup toplumların liderler etrafında kenetlenmesine sebep oldukları; ya da yaptırımı başlatan güçlere karşı uluslararası ittifakları tetiklediklerine dair birçok analize rastlamak mümkün.

Kasım ayı başında Trump yönetimi tarafından İran’a uygulanacağı ilan edilen yeni yaptırım paketi de muhtemelen bu kurala bir istisna oluşturmayacak; ne İran’da rejim değişikliğini tetikleme, ne de İran’ı uluslararası sistemden tamamen izole etme noktasında başarılı olacak. Yaptırımlar sertleştikçe bu yaptırımların etrafından dolaşacak tedbirler ve çıkış yolları farklı aktörler tarafından gündeme getirilecek. Ancak ABD’nin İran ile ticari ve finansal ilişkileri olan tüm kamusal aktörleri, şirketleri ve özel kişileri ABD iç hukukuna göre yargılama kararı alıp pratikte dünyanın en büyük pazarından dışlama yönünde adım atması, yaptırım meselesini küresel bir boyuta taşıdı. Dolayısıyla bu konuda yapılan tartışmaların içeriği sadece İran ve ticari partnerleri ile sınırlı kalmayıp daha kapsamlı bir uluslararası sistem sorgulamasını tetikledi.

2015 yılında imzalanan İran nükleer anlaşmasının temel esprisi, nükleer programın durdurulması karşılığında yıllardır İran ekonomisini ağır baskı altında tutan ekonomik yaptırımların kademeli olarak kaldırılmasıydı. Nükleer anlaşma, İran ile Birleşmiş Milletler’in beş daimi üyesi ve Almanya’yı içeren P5+1 grubu tarafından iki yıl boyunca müzakere edilmiş ve Obama yönetimi tarafından Tahran’ın uluslararası topluma yeniden entegre edilmesi yolunda büyük bir adım olarak lanse edilmişti. Elbette aradan geçen üç yılda gerek uluslararası siyasette gerekse ABD iç politikasında esen liberal ve uzlaşmacı rüzgârlar tamamen tersine döndü ve çatışmacı dinamikler tekrar güç kazandı.

Diğer birçok konuda olduğu gibi nükleer anlaşma üzerindeki “Trump etkisi” oldukça yıkıcı ve istikrarsızlaştırıcı bir şekilde ortaya çıktı. ABD’nin nükleer anlaşma rejiminden tek taraflı olarak çekilmesi ile birlikte 2015 yılı öncesi dönemde yürürlükte olan ve anlaşma ile uygulamadan kaldırılan yaptırımlar daha da sertleştirilerek yeniden hayata geçirildi. Trump’ın İran’ın balistik füze programını ve Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak gibi ülkelerde yürüttüğü vekâlet savaşlarını dikkate almadığı gerekçesiyle “tarihin en kötü anlaşması” olarak nitelediği nükleer anlaşmadan tek-taraflı geri adım atılması ABD yönetiminin gerek Ortadoğu’da gerekse dünyanın genelinde sertleşen dış politika yaklaşımı ile uyumluydu. Bu bağlamda yeni yaptırım uygulamaları iki aşamadan oluşan bir takvime bağlanıp 8 Ağustos’ta devreye alınan yaptırımlarla otomotiv, maden ve yazılım sektörleriyle ilgili kısıtlayıcı tedbirler alındı. 5 Kasım’da uygulamaya giren ikinci dalga yaptırımlar ise İran ekonomisinin can damarı olan enerji (petrol/doğalgaz), gemicilik ve bankacılık gibi kritik sektörleri ilgilendiren kapsamlı ticaret kısıtlamaları getirdi. Buraya kadar özetlediğimiz gelişmeler Trump yönetiminin küresel sistemde estirdiği gerginlik ve tek taraflılık rüzgârları göz önüne alındığında belki de birçok gözlemciye çok şaşırtıcı gelmiyor.

- Küresel finansal sisteme alternatif arayışları

Ancak şaşırtıcı olan özellikle Avrupa Birliği’nin ABD yaptırımlarına çok sert tepki gösterip bunları tanımayacağını açıklamasıydı. Nükleer anlaşmanın tarafları olan İngiltere, Almanya ve Fransa, yanlarına Rusya ve Çin’i de alarak Washington’dan gelen çok sert uyarılara rağmen İran ile ticari ilişkilere devam etme noktasında genel bir uzlaşıya vardılar.

Kurumsal olarak Avrupa Birliği de gerek bölgesel düzeydeki mekanizmaları gerekse lider inisiyatifleri ile devreye girerek İran’a bir manevra alanı sunup anlaşmaya bağlı kalmasını sağlamaya çalıştı. Bu bağlamda enerji gibi kritik sektörlerdeki AB merkezli çokuluslu şirketler ABD ile ticari ilişkilerini riske etmemek adına İran pazarından çekilmiş olsalar da, özellikle küçük ve orta ölçekli firmaların İran ile ticaretini sürdürebilmek için formüller aranmaya başlandı. Bu bağlamda ABD doları üzerinden yapılmayan ve Amerikan yaptırımları kapsamına girmeyecek bir finansal aktarım mekanizması geliştirilerek İran’ın AB pazarı ile ticari bağının devam ettirilmesine çalışıldı ve Özel Ödeme Aracı (Special Purpose Vehicle-SPV) olarak bilinen model ortaya çıktı.

Detayları tam olarak açıklanmamakla birlikte Özel Ödeme Aracı mekanizmasının Soğuk Savaş yıllarında Amerikan yaptırımlarına takılmadan uluslararası ticareti sürdürmek isteyen Sovyetler Birliği’nin kullandığı takas (clearing) modeline yakın olması kuvvetle muhtemel. Bu modele göre AB, İran, Çin ve Rusya İran petrolünün belli ürünlerle takas edilerek İranlı bankalar ya da finans kuruluşlarıyla herhangi bir finans akışı olmadan ticaretinin yapılacağı sistemin ilk paydaşları olacaklar. Hindistan ve Türkiye gibi İran ile geniş hacimli enerji ticaretleri bulunan yükselen güçlerin de daha sonra bu sisteme katılmaları gündeme gelebilecek. Bu amaçla Avrupa Birliği bünyesinde çok taraflı bir kamusal aracılık kurumu oluşturularak İran ile ticari ilişkileri olan şirketlere aracılık hizmeti sağlanması ve doğrudan finansal değişim yapılmadan karşılıklı mal takası yoluyla ödemelerin takip edilmesi gündemde. Böylece Brüksel merkezli SWIFT sistemindeki transferlerini bloke ederek İran’ın uluslararası finansal ve ticari sistemden tamamen izole edilmesi girişimi de engellenmiş olacak. Şimdilik sadece küçük ve orta boy işletmelere ve İran yaptırımlarının aşılması konusuna odaklanmış olmakla birlikte AB, Rusya ve Çin gibi küresel aktörleri aynı platformda bir araya getiren SPV gibi alternatif finansal mekanizmalar, uzun vadede küresel finansal sistemin dolar-merkezli yapısını tehdit edecek gelişmelerin ilk sinyalleri olarak görülebilir. Zira kur ve ticaret savaşları ile Trump yönetiminin saldırgan tek taraflılığından bahsettiğimiz son yıllarda özellikle Avrupa Birliği’nin “ekonomik egemenlik” vurgusu yaparak Washington’a karşı ilk defa bu kadar sert bir karşılık verdiğine şahit oluyoruz.

- ABD öngörülemeyen sonuçlarla yüzleşebilir

ABD yönetiminin İran’a karşı topluca bir finansal savaştan söz ederken Avrupalı merkez bankaları ile özel bankaları ve SWIFT bankalar-arası ödemeler ağını Tahran’la ilişkilerini devam ettirdikleri takdirde cezalandırma tehdidinde bulunması, Avrupa tarafında müttefiklik çizgisinin aşılması olarak algılandı. Özel Ödeme Aracı (SPV) fikrinin AB tarafından kurumsal olarak gündeme getirilmesi bile savaş sonrası kurulan Bretton Woods sisteminde doların küresel hâkimiyetine karşı şimdiye dek verilmeyen sertlikte bir tepkiyi ifade ediyor. Özellikle Almanya ve Fransa, ABD yönetiminin giderek sıklaşan tek-taraflı yaptırım kararlarını devre dışı bırakmak, şirketlerini yaptırımların olumsuz etkilerinden korumak ve dış ekonomik ilişkilerinde özerkliği sürdürmek için SPV sisteminin geliştirilmesi ve İran dışında gündeme gelebilecek diğer örneklere de uygulanması konusunda ısrarcı olabilirler. Dolayısıyla İran’a uygulanacak sert ve geniş kapsamlı ekonomik yaptırımlar konusunda Transatlantik hattında oluşan çatlak, ABD ile AB arasında uzun vadede derinleşecek bir stratejik ayrışmanın da ilk işaretlerini veriyor olabilir.

SPV mekanizmasının çok hızlı kurumsallaşması ve büyük çaplı çokuluslu şirketleri de kapsamına alması kısa vadede pek kolay görünmüyor. Bu yüzden bu mekanizmanın küresel finansal sistemin mevcut dengeleri ve doların küresel rezerv pozisyonu gibi konular hakkında radikal dönüşümlere sebep olmasını beklemek pek gerçekçi olmaz. Ancak küresel ekonomi politik sistemdeki uzun vadeli ve sistemik dönüşümler açısından bakıldığında başat Avrupalı aktörlerin artık ABD yönetiminin tek-taraflı ekonomik yaptırım politikasından ve doların küresel egemenliğini istismar ederek müttefiklerini belli stratejik tercihlere zorlama alışkanlığından sıkıldığını görmek gerekiyor. İşte bu yüzden Trump yönetiminin İran’ı köşeye sıkıştırmak ve uluslararası sistemde izole etmek maksadıyla başlattıkları yaptırım dalgaları başta hiç hesap edilmeyen sonuçlara yol açarak AB, Rusya, Çin ve diğer yükselen güçler arasında yeni işbirliği alanlarının gelişmesini tetikleyebilir.

Küresel hegemon rolünü oynamaktan vazgeçen ve artık uluslararası sistemde siyasi-ekonomik istikrar sağlayıcı bir güç olarak görülmeyen ABD, bu tercihinin tetiklediği çok boyutlu sonuçlar ile zaman içinde yüzleşmek durumunda kalacak. Rezerv para olarak doların her zerresine nüfuz edemediği ve gerektiğinde ABD yaptırımlarını devre-dışı bırakarak işlemeye devam edebilen alternatif bankacılık ve finans mimarilerinin oluşumu da bu uzun vadeli sonuçlar arasında yer alabilir.

[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]
Kaynak: AA