Doç. Dr. Nurullah Ardıç Açıklaması 'FETÖ İle Nazilerin Taktikleri Mantık Olarak Çok Benziyor'

Doç. Dr. Nurullah Ardıç, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile Nazilerin taktiklerinin çok benzediğini belirterek, “Nazilerin kullandığı tekniklerle Gülen hareketinin kullandığı teknikler mantık olarak çok benziyor: İnsansızlaştırma, otomatlaştırma, gündelik hayatını sömürgeleştirme, tek tek aşırı rasyonel eylemlere girişme. Ve en verimli bir şekilde bu kaynakları biz nasıl ele geçiririz planı yapma” dedi.

Doç. Dr. Nurullah Ardıç, 24 TV’de Belkıs Kılıçkaya’nın sunduğu “Soru-Yorum” programında FETÖ’nün sosyolojisini 70’li, 90’lı yılları ve günümüzü değerlendirdi. Doç. Dr. Ardıç, Fetullahçı Terör Örgütü’nün çalışma prensibinin her şeyi en verimli ve en kısa şekilde yapmak olduğunu belirterek, “Aslında kendisi bir araç iken amaç haline geliyor. İrrasyonalite burada başlıyor. En verimli bir şekilde bu kaynakları biz nasıl ele geçiririz planı yapıyor. Örgüte bağlı olan kişiler sürekli aynı şeyleri yapması gerekiyor. Bu insanları bireyselliğinden soyutluyor, yapacağı her şeyi kontrol ediyor. Kararları kendinin vermesini engelliyor. Hangi üniversiteye gideceği, kiminle evleneceği kararlaştırılıyor. Farklı kanallardan bilgi almaları engelleniyor. Her türlü sosyal çevresi kontrol altına alınıyor ve gündelik hayatları sömürgeleştiriliyor. Bu insanların normal bir hayat yaşaması engellenmişti. Küçük yaşlardan itibaren devşirilen bu örgüt mensupları bu kültürü benimsiyor” diye konuştu.



“Gülen yapılanmasının baştan beri devleti ele geçirme amacı vardı”

Gülen hareketinin 40 yıllık bir birikimi olduğunu ve örgütün 70’lerden beri gizli bir ajandaya sahip olduğunu belirten Ardıç, “Gülen yapılanmasının baştan beri devleti ele geçirme amacı var. 90’lı yıllarla beraber küreselleşmeye başladı.

Sovyetler’in çökmesiyle birlikte Gülen hareketi buralarda karşılıklı menfaat alışverişine girdi. O dönemdeki siyasi elitlerin güç devşirmesinde işbirliği içine girdi. Daha küresel bir boyutu da büyük güçler arasında yer alan nüfus mücadelesiydi. ABD’nin Orta Asya’da devam eden Rus etkisini kırma amacıyla Gülen örgütüyle yaptığı çalışma var. ABD ile Gülen’in Orta Asya’da beraber çalıştığını biliyoruz. Bunu itirafçılar da söylüyor” şeklinde konuştu.



“Nasıl oluyor da bu kadar eğitimli insanlar körü körüne bu insana bağlanabiliyorlar?“

Doç. Dr. Ardıç, bu kadar çok eğitimli insanın körü körüne Gülen’e bağlanmasının açıklanması gereken bir durum olduğunun altını çizerek şunları kaydetti:

“Dini cemaatler içerisinde formal eğitim açısından en yüksek seviyede olan cemaat Gülen’di. Demek ki pozitivist eğitim insanları dinden uzaklaştırmaya yetmediği gibi, bu tür sapkın hareketlerden de uzaklaştırmaya yetmiyor. Temelinde olan katı laiklik anlayışı da fayda vermiyor. Burada rasyonalite merkezli bir kriz var. Bu insanlar akıllarını kaybetmiş değiller. Naziler nasıl son derece rasyonel insanlardı. Problem olarak gördükleri insanları en masrafsız ve sorunsuz şekilde nasıl çözebileceklerini düşündüler. Bunlar da amaçları doğrultusunda karşısında sorun olarak gördüklerini rasyonel yolla çözüyorlar.”

“ABD’de Mevlâna, Orta Asya’ya Ahmet Yesevi, Mısır’da İmamı Gazali ile kendisini özdeşleştirdi”

“Gülen’in kendi vaazlarında ve cemaat içinde bulunan kişilerin açıklamalarında kendi gruplarının bir tarikat olmadığı ifade edilirken, yurt dışında böyle davranmadılar” ifadesini kullanan Ardıç, “ABD’de Mevlâna, Orta Asya’da Ahmet Yesevi, Mısır’da çok prestijli olan İmamı Gazali ile kendisini özdeşleştirdi. Girdiği ülkelerde tamamen mevcut siyasi ortama göre kendini sunmayı başardı” değerlendirmesini yaptı.

Tarihte ve günümüzde benzer hareketlerin olduğunu, yalnız günümüzde en çok benzeyen örgütün Pakistan’da bulunan Tahir Ül Kadri olduğunu vurgulayan Ardıç, “Liderin etrafında oluşmuş bir grup. Tam Afganistan ve Pakistan’ın iç karışıklıkla uğraştığı bir dönemde ortaya çıktı. Eğitim amaçlı grup oluşturmak istediğini söylerken bir süre sonra siyasete müdahaleye başladı.

İnsanları topladı, eylemler yaptı. Lideri daha sonra Kanada’ya kaçtı” açıklamasında bulundu.

Doç. Dr. Ardıç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu hareketi ortaya çıkaran bir toplumsal zemin vardı. Sadece toplumsal değil siyasi kurumların uyguladığı politikalar açısından uygun bir durum vardı. Cumhuriyetin başından, yani 1925’ten itibaren Türkiye’de dini cemaatler ve yapılar illegal görüldü.

Kamusal alana çıkamadılar. Çıktıklarında ise büyük bir baskı gördüler. Yer altına inmek zorunda kaldı birçoğu. Bu durumun şeffaflık gibi birtakım mahsurları oluştu. FETÖ dediğimiz Gülen örgütü de bu yasaklardan ve baskılardan faydalanarak yer altından başladı.

İnsanları kendine çekti. Devletin din alanını kısıtlayan katı laiklik politikalarının sebep olduğu bir ihtiyaç vardı. Buna da cevap verme gereksinimi kullandı.”
Kaynak: İHA