ANALİZ - Bir Başarı Hikayesi Olarak 'Çatışmasızlık Bölgeleri' Anlaşması

Suriye’de muhaliflerin oluşturduğu ceplerle ilgili olarak “çatışmasızlık anlaşması” imzalanması asgari olarak Suriye’de akan kanı bir müddet dahi durdurması açısından büyük ehemmiyet taşıyor Anlaşmaya kimlerin karşı çıktığına veya çekince koyduğuna baktığımızda Türkiye’nin bu anlaşmadaki diplomatik başarısını anlamlandırmamız daha da kolaylaştıracaktır. Nitekim bu anlaşmaya ilk karşı çıkan grup PYD oldu Türkiye’nin bütün zor şartlara ve muhalifler aleyhine değişen güç dengelerine rağmen İran ve özellikle Rusya’yı böyle bir anlaşmayı imzalamaya ikna etmesi, yumuşak gücünü (soft power) kullanarak kazandığı önemli bir diplomatik başarı olarak görülmelidir

CENGİZ TOMAR - Türkiye (muhalifler) ile Rusya ve İran’ın (Suriye rejimi) 3-4 Mayıs’ta Suriye barış görüşmeleri kapsamında Suriye’de muhaliflerin oluşturduğu ceplerle ilgili olarak “çatışmasızlık anlaşması” imzalaması asgari olarak Suriye’de akan kanı bir müddet dahi durdurması açısından büyük ehemmiyet taşıyor.

Anlaşma İdlib ile Lazkiye kuzey kırsalı, Humus’un kuzeyi, Şam kırsalında Doğu Guta, Şam’ın güney batısında Kuneytra ile güneyde Ürdün sınırında Dera’a’da Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde, uzatılması mümkün altı aylık periyodlar halinde bir ateşkes ilan edilmesi ve bu bölgelerde uçuşların yasaklanmasını içeriyor. Şüphesiz bu durum bölgede akan kanın durması, insani yardımların ve altyapı yatırımlarının yapılması ve sığınmacıların bu bölgelere dönmesi gibi hususlar açısından hayati önemde. DEAŞ ve Nusra gibi uluslararası kamuoyu tarafından terörist olarak kabul edilen örgütler bu anlaşmanın dışında tutuluyor. Garantör ülkelerin güvenli bölgelerin sınırlarında çatışmaları önlemek maksadıyla güvenlik şeritleri oluşturması ve denetlemesi gibi maddelerle kabaca özetleyebileceğimiz bir anlaşma.

- Dört parçalı konsolidasyon

Anlaşma temelde bölgede akan kanın en azından bir süre durmasını sağlayacağından İslam dünyasında Ramazan ayının da yaklaştığı bir dönemde büyük bir başarı olarak değerlendirilebilir. Bu anlaşmayı bölgede çatışan ülkeler ve gruplar yani asiller ve vekilleri açısından duygusallıktan uzak bir biçimde reelpolitik nazarından değerlendirdiğimizde en kazançlı çıkanların Türkiye ve muhalifler olduğu çok açık. Zaten anlaşmaya karşı çıkanlara ve çekince koyan devlet ve grupların açıklamalarına bakıldığında durum ortaya çıkıyor.

Doğu Halep’in düşmesi ve Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatının ardından Suriye’de dört parçalı bir konsolidasyon oluştu. Suriye’nin batısında rejim, Rusya ile İran; kuzeyi ve kuzey doğusunda YPG/PYD ve müttefikleri ABD; Fırat Kalkanı harekatının yapıldığı bölge ile kuzeyde İdlib ile Humus’un kuzeyi, Şam kırsalında Doğu Guta, Şam’ın güney batısında Kuneytra ile güneyde Ürdün sınırında Dera’a gibi ceplerde ise Türkiye’nin desteklediği muhalifler, son olarak Suriye’nin doğusunda Irak sınırındaki çöl bölgesinde DEAŞ hâkimiyet sağlamıştı.

- İdlib'den büyük bir göç dalgası olabilirdi

Suriye rejimi ve müttefikleri Rusya ile İran’ın Halep’in düşmesinden sonraki ilk hedefleri ise Türkiye’nin hemen dibindeki İdlib ile batı Suriye’deki diğer muhalif ceplerdi. Bu durumda İdlib’den Türkiye’ye büyük bir göç dalgası olabileceği gibi muhasara altındaki diğer cepler de dışarıdan yardım alamayacaklarından bu saldırılara direnmeleri uzun vadede pek mümkün görünmüyordu. Özellikle Rusya ve Suriye rejimi hava saldırılarının bu ceplerde yaşayan sivillere büyük zarar vereceği ve büyük bir insani dram yaşanacağı aşikardı.

Zaten ABD ile müttefikleri YPG/PYD Rakka üzerine yoğunlaştığından bu manada rejim güçleri ve Rusya saldırıları karşısında pek fazla bir şey yapmaları da beklenmiyordu. İşte minval muhalifler açısından bu kadar kritik bir vaziyette iken Türkiye’nin, muhaliflerin bir kısmı bundan hoşlanmasa da, reelpolitiğe uygun olarak böyle bir anlaşmaya Rusya ve İran’ı razı etmiş olması takdire şayan bir hamle olarak değerlendirilmeli. Zira şu anda sahadaki güç dengesi muhalifler açısından çok vaadkâr görünmüyor.

- Anlaşmaya karşı çıkan çevreler

Bu anlaşmaya kimlerin karşı çıktığına veya çekince koyduğuna baktığımızda Türkiye’nin bu anlaşmadaki diplomatik başarısını anlamlandırmamız daha da kolaylaştıracaktır. Nitekim bu anlaşmaya ilk karşı çıkan grup PYD oldu. PYD terör örgütünün sözcüsü “Suriye için alınan çatışmasızlık bölgeleri kararının mezhepsel bölünmeyi getireceğini ve Kürtlerin elindeki bölgeler için tehdit olduğunu” basına açıkladı. Buna ilave olarak YPG terör örgütünün kadın kolları sözcüsü ise “çatşmasızlık bölgeleri yerine kuzeyde ellerinde tuttukları bölgelerde bir uçuşa yasak bölge ilan edilmesinin gerektiğini” iddia ediyordu.

Suriye’de PYD/YPG’nin müttefiki olan ve Astana görüşmelerine de temsilci gönderen ABD’nin Savunma Bakanı Jim Mattis yaptığı açıklamada “Suriye'deki çatışmasızlık bölgeleri anlaşmasını incelediklerini ancak bu yöntemin etkili olup olmayacağı da dahil olmak üzere birçok soru işareti olduğunu” ifade ediyordu. Mattis “bu anlaşmanın bölgede DEAŞ’a karşı verilen mücadeleyi nasıl etkileyeceğinin henüz netleşmediğini” ifade ederken satır arasında müttefikleri PYD/YPG’nin bundan memnuniyetsizliğine ve Rakka operasyonunda PYD/YPG’yi olumsuz etkileyebileceğine işaret ediyordu.

Mattis, 'Bu bölgelerin güvenli olacağının teminatını kim veriyor? Bunu kimler imzaladı? Bu sınırın dışında kim tutulacak? Biz de savaşın bitmesi için çalışıyoruz” derken aslında Suriye’nin batısında etkili olan Türkiye, Rusya ve İran’ın daha önce de bu tür anlaşmalarla ateşkes yaptıklarını görmezden geliyor veya daha doğrusu bundan duyduğu rahatsızlığı ifade ediyordu.

- Türkiye'nin diplomatik başarısı

Son olarak bu anlaşmayla ilgili çekincelerini Suriye Dışişleri bakanı Velid el-Muallim açıkladı. Muallim, Suriye rejiminin anlaşmaya bağlı olduğunu ifade ederken “bu anlaşmanın başarılı olup olmayacağının belli olmadığını ve güvenli bölge anlaşmasının bir parçası olarak Suriye’de Birleşmiş Milletler nezdinde bir barış gücünün konuşlanamayacağını' söyledi.

Türkiye’nin bütün zor şartlara ve Suriye’de muhalifler aleyhine değişen güç dengelerine rağmen İran ve özellikle Rusya’yı böyle bir anlaşmayı imzalamaya ikna etmesi, sert gücünü (hard power) göstererek Fırat Kalkanı operasyonu ile elde ettiği başarıdan sonra yumuşak gücünü (soft power) kullanarak kazandığı önemli bir diplomatik başarı olarak görülmelidir.

[Ortadoğu siyasi tarihi ve uluslararası ilişkiler alanında uzman olan Prof. Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesidir]

Kaynak: AA