15. Ulusal Ve 25. Avrupa Jinekoloji Obstetrik Kongresi Yapıldı

Antalya’nın Serik İlçesi Belek Turizm Merkezinde düzenlenen 15. Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi ile 25. Avrupa Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi 34 farklı ülkeden 2 bin 400’den fazla uzmana ev sahipliği yaptı

15. Ulusal Ve 25. Avrupa Jinekoloji Obstetrik Kongresi Yapıldı
Jinekoloji alanında en eski ve katılımı en yüksek kongrelerden biri olan Ulusal Jinekoloji ve Obstetrik Kongresi’nin 15.’si, Avrupa Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin 25. Kongresi ile beraber 17- 21 Mayıs tarihlerinde Antalya’da düzenlendi.

Antalya’nın Serik İlçesi Belek Turizm Merkezindeki Titanic Luxry Resort Otel’de gerçekleştirilen kongre 34 farklı ülkeden 2 bin 400’den fazla uzmana ev sahipliği yaptı. Kongre kapsamında gerçekleştirilen basın toplantısına konuşmacı olarak Kongre ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Başkanı Prof. Dr. Ateş Karateke, Kongre ve Avrupa Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (EBCOG) Başkanı Dr. Tahir Mahmood ve Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Cansun Demir katıldı.

TJOD Başkanı Prof. Dr. Ateş Karateke, sezaryen artışlarına dikkat çektiği konuşmasında, kadının iş hayatındaki ve eğitim hayatındaki modernizasyon etkisinin sezaryen oranlarını artırdığını ifade etti.

İran ve Mısır gibi ülkelerde modernizasyon etkisi olduğunu, ülkemizde de benzer bir durum yaşandığını belirten Prof. Dr. Karateke, “Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu’da sezaryen oranları yüzde 18’iken Batı bölgelerine gittikçe, örneğin Ege ve çevresinde primer sezaryen oranları yüzde 35’lere kadar çıkıyor. Annenin tercihi de bu oranı artıran sebepler arasında. Kamuoyuna yansıyan sezaryen ile doğan bebek daha az travma yaşar, annenin daha az ağrısı olur gibi yaklaşımlar sonucu anne isteğine bağlı primer sezaryen oranları da artmaktadır. Bu durum belirli bir noktadan sonra anne ve bebek sağlığına katkı vermiyor. Zaman içerisinde anne mortalite ve morbiditesinin artmasına neden oluyor. Bu sebeple belirli bir nokta üzerine sezaryen oranlarının olması özellikle bizim gibi fertilite oranı yüksek ülkelerde, arka arkaya sezaryenlerin yapılması anne sağlığını olumsuz etkileyeceği konusunda bir kanaatimiz var. Dernek olarak tüm partnerler ile birlikte ülkemizdeki bu oranları nasıl azaltmamız gerektiği konusunda bir görüş birliğimiz var” dedi.

Prof. Dr. Ateş Karateke ayrıca ülkemizde görünen sezaryen artışlarının diğer nedenlerini de şöyle özetledi: “Özel hastanelerde doğuran kadın sayısı artıkça sezaryen oranları da artmakta. Özel hastanelerde doğum yapan kadın sayısı artmakta. Özel hastanelerde doğum yapan kadın sayısı artıkça sezaryen oranları da artmaktadır. Özellikle az gelişmiş ülkelerdeki sezaryen oranlarında hızlı bir çıkış var.”

DAVA EDİLME KORKUSU SEZARYEN ORANLARININ ARTMASINA NEDEN OLUYOR!

Karateke, hekimlerin dava edilme korkusundan sezaryen oranının artmasına neden olduğunu ifade ederek, “Normal doğumdan dolayı, hekim başındaysa, ciddi bir tıbbi hata yoksa hekimin yargılanmamasını istiyoruz. Çünkü doğumda olan birçok morbidite, bebeğe ait sıkıntıları veya anne ait sıkıntıları önceden görülemeyip önlem alınamayabilir. Bu doğumun kendi doğasında olan bir şeydir. Hekim hastasının başında ise, takibini yapıyorsa 3 sene sonra doğumu gerçekleştirilen bebekte çıkacak bir öğrenme güçlüğü, otizm sebepleri ile yargılanmamalı. Bu korku doğum hekimlerini hastaneden uzaklaştıran ve sezaryen oranlarının artmasına sebep olan bir durumdur. Sezaryen oranlarını azaltmaktaki tıbbi amaçlardan bir tanesi de anne ölümlerini azaltmak. Hedefimiz Türkiye’de kanamadan kaynaklı anne ölümlerini azaltmaktır. Sezaryen oranlarını azaltmaktaki tıbbi amaçlardan bir tanesi anne ölümlerini azaltmaktır. Özellikle kanamadan olan anne ölümleri ülkemizde olmamalı. Bunun için yeteri bilgiyi ülke çapında yaymak, ekipler kurmak da diğer bir amacımız. Temmuz ayından itibaren bu konudaki çalışmalarımıza başlayacağız. Türkiye bu konuda iyi bir durumda. 100 bin doğumda 14,7 olan anne ölümlerini 100 binde 10’un altına çekmek önemli bir hedefimiz. Dernek olarak kanama konusundaki eğitimleri kanamanın yoğun olduğu illerde ve kanamaya bağlı ölümlerin daha sık görüldüğü yani fertilite oranın yüksek olduğu illerde çalışmaya ve gayret göstermeye devam edeceğiz” dedi.

Kongre ve Avrupa Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (EBCOG) Başkanı Dr. Tahir Mahmood kongre kapsamınca gündeme taşınan kadın sağlığı problemlerinde odak noktalarının hamilelik süresince anne hakları, çalışma hakları ve Suriye’yi örnek vererek farklı ülkelerdeki göçmen kadınların gebelik süreçleri, onların hakları olduğunu ifade etti.

Mamood, “Hedefimiz hamile kadınları ve onların çocuklarının hayatlarını daha kolay ve güvenli hale getirmek” dedi.

GEBELİK KRAMPLARININ ÖNLENMESİNDE MAGNEZYUM ÖNEMLİ!

Gebelik kramplarının önlenmesinde Magnezyumun önemli olduğuna değinen Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Cansun Demir basın toplantısındaki konuşmasında gebelik süresince magnezyum, demir, kalsiyum, iyot ve çinko eksikliğinin neden olduğu sağlık sorunlarına dikkat çekti. Demir, “Magnezyum özellikle gebelik kramplarının önlenmesinde çok önemli. Kalsiyum ve magnezyum eksikliği gebelikte tansiyon yüksekliğine de sebep olabilir. O yüzden gebe kadınların mutlaka kalsiyum ve magnezyum ilavesi almalarında fayda var. Bu konuda hastalarımıza kalsiyum ve magnezyum içeren ilaçları multivitamin şeklinde öneriyoruz. Türkiye’de yüzde elliden fazla demir eksikliği var. Gebe kadınların mutlaka demir tedavisi alması lazım. Folik asit yine destek açısından çok önemli. Gebe kalmadan 3 ay önceden başlamak gerekiyor. Folik asit; nöral tüp defekti, konjenital kalp hastalıkları, yarık dudak, yarık damak gibi hastalıkları çok ciddi azaltmaktadır. Türkiye’de vitamin D eksikliği var. Güneş yeterli olduğu bir ülkede yaşamamıza rağmen yeterince güneşten faydalanılamıyor. Bunun sonucu olarak da ülkemizde D vitamini eksikliğine bağlı sorunlar yaşanıyor” dedi.

OMEGA -3 KULLANIMI DOĞUM SONRASI DEPRESYONU CİDDİ OLARAK AZALTIYOR

Omega-3 kullanımına değinen Demir, “Son zamanlarda popüler olan bir başka konu ise Omega - 3 eksikliği. Özellikle gebelikte Omega-3 kullanımı bebeğin beyin ve göz gelişiminde çok önemli bir etkisi var. Omega -3 kullanımı doğum sonrası depresyonu ciddi olarak azaltmaktadır. Bu sebeple Omega - 3 eksikliği ihmal edilmemelidir. Yine çinko eksikliği ve iyot eksikliği ciddi problemlere neden olabilecek ve dikkat edilmesi gereken noktalardır” diye konuştu.

Prof. Dr. Cansun Demir konuşmasında ayrıca ülkemizdeki mülteci kadınların aldığı hizmetlerden bahsederek, “Türkiye’de 10 bölgede kayıtlı mültecilerin yarısı kadın. Şimdiye kadar 8 milyon kişi poliklinik hizmeti aldı. 315 bin kişi hastanede yattı. 236 bin kişi ameliyat oldu ve 60 bin kişi doğum yaptı. Bu konuya dair Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği olarak Birlemiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ile birlikte ortak bir çalışma planlıyor ve bu çalışmaya aynı zamanda diğer sivil toplum kuruluşlarının önem göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizde bulunan Suriyeli kadınların yüzde 4’ü gebe ve yılda 50-60 bin doğum gerçekleşiyor. Mülteci kadınların yaklaşık 4’te biri yani 500 binden fazla üreme çağında... Çok ciddi sayıda sezaryen ve ameliyat riskleri var. Bunun dışında bu kadınlar cinsel saldırıya maruz kalıyorlar. Aile planlaması ve hijyen başta olmak üzere ihtiyaçları mevcut. Şimdiye kadar AFAD tarafından 900 bin kondom, 8 bin rahim içi araç ve 62 bin doğum kontrol hapı dağıtıldı. Bu ihtiyaçlar gittikçe artmaktadır” dedi.

KADINLARIMIZI BİLİNÇLİ YAŞLANDIRMALIYIZ

Kadınların yaşlılıkları, öksürük krizlerinin pelvik taban kaslarına hasar vermesi ve kişiselleştirilmiş takip yöntemlerin önemsenmesi hakkında konuşan Demir, açıklamasını şöyle tamamladı: “Yaşlılık yıllarını düşünerek önlemleri yıllar öncesinden alarak kadınlarımızı bilinçli yaşlandırmalıyız. Ülkemizde kadının ortalama yaşı artmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre kadın ortalama yaşı 79,4 olarak bildirilmektedir. Türkiye nüfusu ihtiyarlamaktadır. Yaş artıkça aynı oranda yaşam kalitesi azalmaktadır. Yaşlandıkça yaşam kalitesinin azalmasına sebep olan bir faktörde idrar kontrol mekanizmalarının yeterli fonksiyon görmemesidir. Kongremizde yaşlanan kadının yaşam kalitesinin azalmasını engellemek için bir tartışma yapıldı. Bu tartışmalardan çıkan en büyük sonuç yaşlılık yıllarını düşünerek önlemleri yıllar öncesinden olarak kadınlarımızı bilinçli yaşlandırmalıyız. İdrar kontrolünü sağlayan pelvik taban kaslarının önemini genç yaşlarda kadınlarımıza öğretmeli, bu kasların nasıl güçlendirileceğini pratik uygulamalarla anlatmalıyız. Ayrıca bu kaslarda ciddi hasar veren uzun süren konstipasyonun engellenmesi, obezitenin önlenmesi, sigara içmenin hem kas ve sinirler üzerine olumsuz etkisi hem de kronik akciğer hastalıklarını artırarak öksürük krizleri ile pelvik taban kaslarına vereceği hasarın önlenmesi konusunda toplum bilinçlendirilmelidir. Bu kaslarımız iyi çalıştığında kıymeti bilinmemekte ama fonksiyonları bozulduğunda kadın yaşamını çok olumsuz etkilemekte kadını odasından çıkamaz hale getirmektedir. Yaşlanan kadında jinekolojik kanserler yaşıyla aynı oranda hızla artmaktadır. Bu grupta genetik risk belirleme yöntemleri ile riskin kişiselleştirilerek belirlenmesi ve bu kişisel risklere uygun takip protokolleri ile bu yaşlanan kadınlarımızı yönlendirmemiz gerekmektedir. Gerekirse risk azaltıcı operasyonlar yapmak, rutin kontrolleri sıklaştırmak ve kapsamını genişletmek gibi kişiselleştirilmiş takip yöntemleri önerilmektedir.”
Kaynak: İHA