Kanser Tedavi Süreci İle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Medikal Onkoloji Anabilim Dalı Uzmanı Dr. Ömer Diker, 1-7 Nisan Kanser Haftası dolayısıyla hastalıkla ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı. Ömer Diker, kanserle ilgili tek bir çareden söz etmenin mümkün olmadığını söyleyerek, kanser hastalarının günlük yaşamlarına devam etmelerinin tedavi sürecini pozitif yönde etkilediğini belirtti.

Kanser Tedavi Süreci İle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar
1-7 Nisan Kanser Haftası sebebiyle açıklamalarda bulunan Uzm. Dr. Ömer Diker, kanser hastalarının şeker kullanmasında bir sakınca olmadığını, ışın tedavisi alan kişilerin radyasyon yaymadığını ve en önemlisi tedavi gören kişilerin günlük yaşamına devam etmesinin tedavi sürecinde hasta açısından pozitif etkileri olduğunu ifade etti.



“Kanser hastalarında şekerin kısıtlanması gerektiğini söylemek hiçbir gerçekliğe sahip değildir”

Şeker molekülünün, insan vücudundaki tüm hücrelerin, hatta kanser hücrelerinin de temel enerji kaynağı olduğunu belirten Uzm. Dr. Ömer Diker, vücudumuza şeker alınmaması durumunda, yağların ve proteinlerin şekere dönüştürülerek kullanıldığını, dolayısıyla kişilerin şeker alımını tamamen kısıtlamasının salt kilo kaybı ile sonuçlanacağını ifade etti.

“Ketojenik diyet” adı verilen bu diyet metodunun, vücut geliştirme ile uğraşan kişilerde yağ kaybı sağlamak amacıyla kullanıldığını söyleyen Uzm. Dr. Ömer Diker, özellikle kanser tanısına sahip bireylerde bu tarz bir diyete gidilmesinin kas, kilo kaybı ve beslenme yetersizliği ile sonuçlandığını ve hastaların özellikle aktif tedavi döneminde komplikasyonlara açık hale geldiğini belirterek şöyle devam etti:

“Şekerli gıdalar tüketilmesi ile kanser arasında gösterilmiş bir ilişki söz konusu değildir. Beslenme ile kanser arasında ilişki ortaya koyulması, binlerce molekülün diyet içerisinde yer alması nedeniyle oldukça güçtür. Şekerli gıdaların tamamıyla kısıtlanması ve özellikle hasta bireylerde bunun endişesinin oluşması kişide stresi tetiklemekte, stresin tetiklenmesi ise kortizol denilen hormonun vücutta artışına neden olmaktadır. Kortizolün bağışıklık baskılayıcı bir hormon olduğu çok iyi bilinen bir gerçektir. Bağışıklık sisteminin kanser alanındaki önemi, günümüzde bilim dünyasının en flaş konuları arasında yer almaktadır. Bağışıklık sistemi üzerinden tümörü vuran tedaviler, akciğer kanseri, idrar kesesi kanseri, böbrek kanseri, cilt kanserleri gibi kanserlerde devrim niteliğinde yenilikler getirmiş ve getirmeye devam edecek gibi gözükmektedir”.

"Kanser alanında önerilen tüm tedaviler geniş insan çalışmaları neticesinde önlenebilir" diye devam eden Ömer Diker, "Hücre kültürü ortamı veya fare deneyleri hipotezleri destekler, ancak insanlardaki başarı hakkında pek fikir vermezler. İnsan vücudu bu alanlara göre çok daha kompleks yapıdadır. Geliştirilen pek çok molekül hücre kültürleri ve hayvan deneylerinde başarılı olurken, insan çalışmalarında başarısız olarak bilim tarihindeki yerlerini almaktadır. Ayrıca kannabisin akciğer kanseri, prostat kanseri, baş-boyun kanserleri, yemek borusu kanseri, testis kanserlerini artırdığına dair literatürde pek çok çalışma da mevcuttur" ifadelerini kullandı.

Cerrahi işlem veya biyopsi önerilen bir kanser tipinde ameliyattan kaçınmak hastaya zarar verir

Pek çok kanser tipinde tümörlü dokunun cerrahi yöntemlerle çıkarılmasının oldukça standart ve gerekli bir yaklaşım olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Ömer Diker, tümör dokusunun yerinde bırakılmasının, tümörün yayılmasına neden olan su götürmez bir gerçek olduğunu, tümör tiplerinde cerrahi işlem yapılması veya yapılmamasına dair bilimsel çalışmaların çok gerilerde kaldığını ve sonuçların cerrahi işlemin yapılmasına dair sonuçlandığını ifade etti.

Biyopsi yapılmasının ise kanserin adını koymada, uygun ilaç seçiminde, hastalığın gidişini belirlemede ve süreçte karşılaşılabilecek riskleri belirlemede altın standart metot olduğunu belirten Uzm. Dr. Ömer Diker, cerrahi işlem veya biyopsi önerilen bir kanser tipinde ameliyattan kaçınmanın ancak hastaya zarar verdiğini ifade etti.



“Kanser ile ilgili tek bir çareden söz etmek mümkün değildir”

Pek çok farklı türe sahip ve çok kompleks mekanizmaların devrede olduğu bir hastalık olan kanserin, tek bir ilaç ile çözüleceğini düşünmenin son derece hayalci bir yaklaşım olduğunu belirten Uzm. Dr. Ömer Diker sözlerine şöyle devam etti:

“Bir an için biz sıradan insanların sözüm ona “kanserin çaresi” isimli ilaca erişemediğimizi kabul edelim. Steve Jobs, David Bowie gibi son derece varlıklı ve ünlü kişiler neden bu ilaca erişemediler? Bir ilacın kanser alanında etkili olup olmadığını bilmek için mutlaka insan çalışması yapılmalıdır. Bu tek bir kişinin yapabileceği bir şey değildir. Hatırı sayılır insanın görev aldığı ve pek çok insanın tedavi edildiği bu ilacın günümüz global dünyasında hala ortaya çıkmamış olması enteresan değil midir? Komplo teorileri üretmek, bilim üretmekten çok daha kolay ve maliyetsizdir. Günümüzde pek çok kanser alanında devrim yaşanmaktadır ancak tek bir çareden söz etmek mümkün değildir.”

Kanser hastalarının günlük yaşamlarına devam etmeleri tedavi sürecine pozitif yönde etki ediyor

Kanser hastalarının kemoterapi aldıkları dönemde, kan değerlerinde (beyaz küre değerlerinde) düşüklük olması durumunda maske kullanımından fayda gördüklerini belirten Uzm. Dr. Ömer Diker, bu kullanımın hekim yönlendirmesiyle olması gerektiğini, kontrolleri yapılmış, kan değerleri normal olan veya kan iğnesi kullanmış bireylerde maske kullanımına gerek olmadığını ifade etti.

Tedavi alan kanser hastalarında herhangi bir sosyal kısıtlamaya gitmenin de yersiz olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Ömer Diker, kişilerin normal günlük yaşamlarına devam etmesi ile sosyal açıdan kendilerini daha iyi hissedeceklerini, bunun da tedavilerini daha iyi tolere etmelerine yardımcı olacağını ifade etti.



Kanser hastalığı bulaşıcı değildir

Kanser hastalığının hiçbir bulaşıcı özelliğe sahip olmadığını da söyleyen Uzm. Dr. Ömer Diker, çevredeki insanların bazı bakteriyel ve viral enfeksiyonlarda olduğu gibi, yakın temas, kan yolu, dokunma, cinsel yolla kanser olmasının söz konusu olamadığını ifade etti.



Işın tedavisi (radyoterapi) alan kişiler çevreye radyasyon yaymıyor

Işın tedavisi (radyoterapi) alan hastaların diğer hastalardan uzak durma endişesinin, özellikle tiroid hastalıklarında kullanılan ve insanlar arasında atom tedavisi olarak bilinen I131 tedavisi ile karıştırılmasından ileri geldiğini vurgulayan Uzm. Dr. Ömer Diker, ışın tedavisi alan kişilerin çevreye radyasyon yaymadığını ve etrafındaki insanlara zarar vermediğini de belirtti.

Bu tip tedavilerde radyasyonu yayanın sadece tedavi veren alet olduğunu ve hastanın direk olarak radyasyona maruz kaldığını söyleyen Uzm. Dr. Ömer Diker, atom tedavilerinde ise kaynağın kendisinin direk insan vücuduna verildiğinden, çevreye yayılmasının söz konusu olabileceğini, bu gibi durumlarda ise Nükleer Tıp uzmanlarının zaten gerekli önlemleri aldığını ifade etti.

Kaynak: İHA