Uluslararası Hukuka Göre Türkiye - Hollanda Diplomasi Krizi

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Naim Demirel, Geçtiğimiz hafta Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya’nın Türk vatandaşlarıyla Rotterdam’daki Türk Başkonsolosluğunda Türkiye’deki referandum hakkında görüş alışverişinde bulunmak üzere Almanya sınırından kara yoluyla Hollanda’ya girişinden sonra yaşanan diplomatik krizi uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirdi.

Uluslararası Hukuka Göre Türkiye - Hollanda Diplomasi Krizi


"Bu büyük bir uluslararası hukuk skandalıdır"

Uluslararası hukukta bir Bakan’ın diplomatik pasaportla giriş yaptığı ülkede dokunulmaz olduğunu ve yapılan muamelenin uluslararası hukuka uygun olamadığını dile getiren Naim Demirel; "Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya diplomatik pasaportla Hollanda’ya giriş yapmıştır. Bir ülkenin bakanı şu anda var olan uluslararası teamüllere, anlaşmalara ve yerleşmiş kurallara göre yüksek derecede devletini temsil yetkisi sebebiyle, en azından bir Büyükelçi gibi diplomatik dokunulmazlığa sahiptir. Büyükelçiler uluslararası diplomasi bakımından birinci derece dokunulmazlık ve ayrıcalıklara sahip kişilerdir. Bakanların da bu ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları özellikle son 10 yıldır daha net görünmektedir. Resmi bir ziyaret için olmasa da, bizim bakanımız diplomatik pasaportla giriş yaptığında, bir diplomat gibi dokunulmazlıklardan, ayrıcalıklardan yararlanacağı hususunda, uluslararası hukukta bir tereddüt söz konusu değildir. Seyahat özgürlüğü vardır. Hiçbir şekilde adli muameleye tabi tutulamaz. Gözaltına alınamaz ve tutuklanamaz. Hollanda Sayın Bakan’ı tutuklamadık diye bir savunma yapabilir. Kişinin gideceği yere engel olunması, alıkonulması, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması ve bulunduğu yerin güvenlik güçlerinin kontrolüne tabi tutulması kişinin gözaltına alınmasından farklı değerlendirilemez. Zaten Sayın Bakan’ın beyanına göre aracı zorla çekilmek istenmiş, bunun üzerine aracını terk etmiş. Polis nezaretinde Almanya sınırına götürülmüş ve karakolda 2 saat bekletilmiştir. Kişi rızası dışında güvenlik güçlerinin gözetiminde kalıyorsa bunun adı genel hukuk kuralları çerçevesinde gözaltı muamelesidir. Diplomat sıfatı taşıyan kişiye başka bir devletin bu şekilde muamelesi asırlık bir geleneği bozmuştur. Bu büyük bir uluslararası hukuk skandalıdır. Bunu karşılığı daha o anda uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından verilmiştir. Uluslararası yargı mekanizmaları var. Türkiye Cumhuriyeti isterse, Hollanda’nın uluslararası hukuk sorumluluğu yargıya taşıma yoluna gidebilir" dedi.



"Bunun arkasında egemen, bağımsız Türkiye siyasetine Avrupa’nın hazımsızlığı yatıyor"

Türkiye Cumhuriyetine karşı Avrupa ülkelerinde doğan bu tepkilerin sebeplerine de değinen Naim Demirel; "Türkiye’nin Büyükelçiliği maslahatgüzar seviyesinde temsil ediliyordu. Sadece bakanımız değil, Başkonsolosumuz da benzer bir muamele gördü. Bu doğrudan doğruya Hollanda’nın mevcut uluslararası hukuk normlarına göre sorumluluğunu gerektirir. Bu olay uluslararası yargıya taşındığında Hollanda şu anda da söylediği gibi kamu güvenliğini öne sürecektir. Kamu güvenliğine dayanılarak böyle sert bir tepki gösterilebilir mi onu yargıçlar takdir edecektir. Sebebin kamu güvenliği olmadığını dünyayı tanıyabilen insanlar anlayacaklardır. Uzun zamandır Avrupa Birliği içerisinde Türkiye’ye karşı bir tepki var. Türkiye’nin bir dönemdir mevcut siyasi gücün kendi milli çıkarları doğrultusunda bağımsız siyaset yürütüyor olması, kendi halkının kaderini, kendisinin belirlemek istemesi Avrupalı devletler tarafından endişeyle izleniyor. Neden endişeyle izlediklerini anlamak mümkün değil. Herhalde çıkarlarının zedelendiğini düşünüyorlar. Masada güçlü bir Türkiye görmek istemiyorlar. Bunu farklı şekillerde, siyasi zeminlerde dile getirirken artık bu alanda en kaba şekillerde reaksiyon göstermek cesareti de göstermeye başladılar. Almanya’da bir süreç başladı, diğer Avrupa ülkelerinde de bu tür önlemeler var. Türkiye Cumhuriyetinin "evet" diyen siyasetçilerinin halkıyla buluşup anayasa değişikliğini anlatmasına engel olunmaktadır. Bu tek taraflı bir tepki, özellikle Almanya televizyonlarında hayır propagandasının yapıldığı VTR’ler dolaşıyor. Bunun arkasında egemen, bağımsız Türkiye siyasetine Avrupa’nın hazımsızlığı yatıyor" şeklinde konuştu.



"Avrupa’nın Türkiye’nin bütünlüğünü tehlikeye sokan terör örgütlerine destek verdiği aşikârdır"

Türkiye’nin bu tepkilere isterse hukuki başvurularla karşılık verebileceğini vurgulayan Naim Demirel; "Aramızda uluslararası anlaşmalar var. Özellikle Avrupa Birliği ile yapılmış anlaşma var. Avrupa’yı sadece Hollanda olarak görmemek lazım. Hollanda’yı da sadece Hollanda olarak görmemek lazım. Avrupa Birliğinde ortak hareketler var. Yakın zamanda mülteci akımlarıyla ilgili yapılmış sözleşmeler var. Her uluslararası sözleşmelerde olduğu gibi bu sözleşme de karşılıklı hak ve sorumluluklar doğurur her iki taraf için. Taahhütlerini yerine getirmemişlerdir, hükumet temsilcilerimiz ve bakanlarımız da bunu beyan ettiler. Bu koşullarda onların korkusu olan mülteci akımlarıyla ilgili anlaşmaları Türkiye askıya alabilir. Bunun dışında Avrupa ile ticari ilişkilerimiz var. Ticaret karşılıklı menfaat ile oluşan bir olgu. Her ne kadar uluslararası hukuktan bahsediyor olsak bile Türkiye bu konuda tedbirlerini alarak cesur davranabilir. Ülkelerin menfaatlerinin öne çıktığı anlarda uluslararası hukuk kurallarının tepelenmesi mümkündür, bunu son olayda da görüyoruz. Türkiye güvelik olarak tehdit altındadır. Avrupa’nın Türkiye’nin bütünlüğünü tehlikeye sokan terör örgütlerine destek verdiği aşikârdır. İşin başında olanlar bizden daha iyi biliyor. Türkiye’nin elinde hukuk çerçevesinde kalarak da kendi menfaatleri doğrultusunda ekonomik alandaki çalışmalarını, diğer askeri alandaki çalışmalarını genişleterek onların alanını daraltabilecek imkânlar vardır. Uluslararası anlaşmaların kuruluşu da bellidir, feshetmenin koşulları da bellidir. Hukuk sınırlarında bunların hepsi çözülebilir. Türkiye mevcut anlaşmalarını, mevcut müzakerelerini kendi milli çıkarları doğrultusunda gözden geçirebilir" dedi.



"Umarız ki her şey barışçıl bir şekilde halledilir"

Avrupa’da Türklere ve Türkiye’ye karşı gösterilen tavrın insancıl olmadığını vurgulayan ve daha barışçıl bir dünya dilediğini dile getiren Naim Demirel;"20 yıl Almanya’da yaşadım ve Alman vatandaşlığım da var. Birçok insan gibi benim de şahsi tecrübeme göre bizler asla Alman vatandaşlarıyla eşit muamele görmüyoruz. Türkler oradaki mevcut yasalar çerçevesinde adaletli bir muameleye tabi değiller. Gizli bir ırkçılık ve ayrımcılık var. Bu sadece Almanya’da değil birçok ülkede var. Avrupa Birliğini kuran jenerasyon ile şuan var olan jenerasyonlar birbirinden farklılar. Kendi atalarının yani daha önce sistemi kuranların oluşturdukları prensipler çerçevesinde bizim insanımıza daha insanı bir muamele göstersinler, eşit davransınlar ve kanunu farklı uygulamaktan vazgeçsinler. Bu noktada devletimizin arkamızda güçlü durması bizlere güç verecektir. Bizim insanımız uysaldır. Kanunsuz eylemlerde bulunmaktan kaçınır. Taşkınlık yapan Türkiye kökenli insanların terör yapılarına mensup kişiler olduğu görülüyor. Terör bağlantısı olmayan halkımızın sokaklarda eylemler yaptığını görmedik. Hollanda’daki olaylarda da bunu gördük. Vatandaşlarımızın çok vahşi şekilde bir köpeğin saldırısına uğratılmasına rağmen halkta bir feveran olmaması bunun kanıtıdır. Bizim vatandaşlarımızın iyiliğine, iyilikle muamele edilmesini oradaki yöneticilerden bekliyoruz. Bu bir referandum siyasi bir parti seçimi değil neden bu kadar büyük bir tepki doğdu anlamak mümkün değil, bir izahı yok. Önümüzde birkaç haftalık bir süre var. Her gün alevlenip alevlenip söndüğü bir zamanda öngörüde bulunmak zor ancak Avrupa’da şu anda referandum konusunda bir engelleme yasal bir çalışma söz konusu değil. Sandıklar yine kurulacak. Umarız ki her şey barışçıl bir şekilde halledilir, herkes rahat ve huzur içinde oylarını kullanabilir" ifadelerini kullandı.
Kaynak: İHA