GÖRÜŞ - Çin'in Avrupa Birliği Stratejisinden Çıkarılacak Dersler

İnsanlığın son 2000 yıllık tarihinde, 1820’lere kadar dünyanın en büyük ekonomik gücü her zaman Çin olmuştur. Batı’nın vazgeçmek istemediği üstünlük, son iki bin yıllık tarih boyunca sadece 200 yıllık bir zaman dilimine aittir Çinliler Avrupa’nın ve Amerika’nın tarih sahnesindeki kısa vadeli üstünlüklerini geçici olarak görürler. Gerçekten de Avrupa’nın ve Amerika’nın genişleme dönemi bitmiştir; onların duraklama dönemine girmiş bulunuyoruz Bu durumu Türkiye bir fırsata çevirebilir. Kaybedenle beraber batmamak için, İngiltere gibi Türkiye de kendine has bir strateji geliştirmelidir

İSTANBUL -AHMET GÖNCÜ- Hollanda ve Türkiye arasındaki gerilim Çin basınında da yer bulan konulardan biri oldu. Çin devlet medyası haberi özetleyerek ve Türkiye’de yaklaşmakta olan referandum ile ilgili bazı temel bilgileri aktararak verdi. Elbette Çin devlet medyası geleneksel olarak iki ülke arasındaki meselelerde haberleri yorumsuz aktaran ve genelde hiçbir sübjektif yoruma yer vermeyen bir tutuma sahip. Türkiye’de önümüzdeki günlerde Hollanda’ya karşı ne gibi hamlelerin yapılacağı tartışılacak. Burada bahsetmek istediğimiz konu, genel olarak Çin’inin AB stratejisi ve AB’ye karşı mücadelesinde nasıl sürekli kazanımlar elde ettiğidir.

- Tarihsel ‘büyüklük’

İnsanlığın son 2000 yıllık döneminde, 1820’lere kadar dünyanın en büyük ekonomik gücü her zaman Çin olmuştur. Çin devlet başkanı Xi’nin konuşmalarını takip edenler bilirler ki Çinli devlet adamları “Biz Avrupa’yı veya Amerika’yı geçeceğiz” gibi şeyler söylemezler. Her zaman atıfta bulundukları söz İngilizcede ‘revival’, yani yeniden yükseliş veya doğusu ifade eden kelimedir. Bunun arkasında tüm dünyaya verilen bir mesaj vardır: “Biz her zaman dünyanın en büyük ekonomisiydik sadece son iki yüz yılda Avrupa ve Japon sömürgeciliği nedeniyle buna kısa bir ara verdik. Simdi tarihsel gücümüze geri dönerek hatta çok daha fazlasıyla geri geliyoruz”.

Çin, birçok diğer devlet gibi, olayları kısa vadede değerlendirmeyen bir devlet. Tüm stratejiler, son derece sabırlı ve nakış işler gibi yıllara yayılan hamlelerden oluşmakta. Bunu yapabilmelerini sağlayan en önemli şey ise Parti’nin kendi felsefesini ve yönetim stratejisini oturtması ve bunun devamlılığı. Çin devlet yönetiminin birinci önceliği, her zaman kendi halkının refah seviyesini uzun soluklu ve devamlı olarak geliştirmek ve uluslararası arenada kendi milletinin çıkarlarını maksimize etmek olmuştur. Yönetimin birinci meşrutiyet kaynağı da düzenli kalkınma ve gelişmedir.

Batı’nın vazgeçmek istemediği üstünlük, son iki bin yıllık tarih boyunca sadece 200 yıllık bir zaman dilimine aittir. Batı birçok bilimsel gelişmenin temellerini Çin’in de dahil olduğu Doğu’dan almış ve sanayiye uyarlayarak geliştirmiştir.1800 yıllık üstünlüğüne verilen iki yüz yıllık bir aradan sonra, 2014 IMF satın alma paritesine verilerine göre, dünyanın en çok üretim yapan ekonomisi unvanını Çin geri almıştır. Avrupa ülkeleri ise 19. yüzyılda sömürgecilik sayesinde diğer ülkelerden getirilen doğal kaynaklar ve kölelerle zenginleşmiş ve kendi düzenlerini 200 yıl boyunca dünyaya kabul ettirmiştir.

Avrupa ve Amerika’nın geliştirdikleri bu iki yüzyıllık üstünlük, insanlık tarihinde son derece kısa ve geçici bir üstünlük dönemidir. Batı medeniyeti, bilimsel gelişmeleri endüstriye uyarlayarak üretimde sıçrama yaptı ve diğer ülkelere son iki yüz yıllık dönemde üstünlük kurdu. Ancak felsefi olarak insanları kapsayıcı ve birleştirici hiçbir şey sunamadı. Sadece bireysellik kültürüyle bir yere varması, insanları manevi olarak tatmin etmesi mümkün olmadı. Bunun eksikliğiyle Batılı halklar ekonomik kriz ya da gerileme dönemlerinde, travmaları atlatacak manevi araçlara sahip olmadığından, şimdilerde olduğu gibi faşist ya da aşırılıkçı akımlara yönelmektedir. Sonuç itibarıyla Avrupa yeni hasta adam olurken, ekonomi ve üretim açısından rekabet etme ihtimali dahi olmayan Çin’in başı çektiği Doğu’ya karşı, gittikçe güç kaybetmeye devam edecek.

Bu durumu Türkiye bir fırsata çevirebilir. Kaybedenle beraber batmamak için, İngiltere gibi Türkiye de kendine has bir strateji geliştirmelidir. Bunun yolları mevcuttur. Ancak bunun için net bir strateji, önyargılardan arınma ve bu stratejiyi derinden ve sessizce yıllara yayarak sabırla uygulamak gerekmektedir. Gümrük birliği ve AB üyelik sureci gibi son derece stratejik olması gereken kararlar, bilimsel olarak tartışılmalıdır. Maalesef zamanında bu kararların hiçbiri stratejik ve bilimsel tartışmalar sonucu alınmamıştır.

- Çin-Avrupa ilişkileri

Çinliler Avrupa’nın ve Amerika’nın tarih sahnesindeki kısa vadeli üstünlüklerini geçici olarak görürler. Çinliler kendi medeniyetlerini her zaman dünyanın merkezi saymışlardır. Bu nedenle Çinliler kendi ülkelerini Çincede ‘Zhongguo’ yani ‘merkez ülke/krallık’ olarak adlandırırlar. Gerçekten de Avrupa’nın ve Amerika’nın genişleme dönemi bitmiştir; onların duraklama dönemine girmiş bulunuyoruz. Bundan sonraki yirmi-otuz yılda, Doğu’nun düzenli şekilde yükselişinin devam ettiğini göreceğiz. Ekonomik trendler geri çevrilemeyecek bir düzeye geldi.

Çin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde en temel savaş prensibini, yani “Düşmanın güçlerini birleştirmesine izin verme, böl parçala ve yönet” taktiğini uygulayan bir devlettir. Bunu elbette hiçbir Çinlinin söylediğini duymazsınız, ancak yaptıkları tam olarak budur. Örneğin tüm Avrupa Birliği içinde Çin, Doğu Avrupa ülkelerine özel önem verir. Bu ülkeler hem ekonomik olarak hem de sosyal olarak Batı Avrupa’dan farklıdır. Bu ülkelere yaptığı yatırımlarla ve sağladığı finansmanla, bu küçük ölçekli ülkeleri etki altına alması daha kolaydır. Yine benzer şekilde, Almanya’yı veya İngiltere’yi kendi yanına çekip, birçok AB-Çin meselesinde, karşıt taraflar arasında ‘havuç/sopa’ dengesiyle ayrılık çıkartmaktadır. Örneğin, AB birçok üründe Çin’e ek gümrük vergileri uygulanmasını tartıştığında, Alman firmalarının Çin’de büyük ölçekli üretimleri ve ihracatı olduğundan, Almanya genelde sert söylemleri veya sert hamleleri yumuşatır. Yine benzer şekilde, Doğu Avrupa ülkelerinin Çin yatırımı çekenleri, Çin’e karşı kararlara destek vermekten kaçınırlar.

Çin’in temel prensibi son derece mantıklıdır: Herhangi bir meselede tüm Avrupa’yı kendine karşı birleştirmek yerine, kendiyle iyi ikili ilişkileri olanları ekonomik olarak ödüllendirir, kendine karşı çıkanları ise ekonomik çıkarlarından ve dev iç piyasasından mahrum bırakır. Türkiye olarak bizim de yapmamız gereken, Avrupa’ya toptancı bir şekilde yaklaşmak ve hatta Gümrük Birliği gibi toptan tavizler vermek yerine, her şeyi ikili düzeye indirgemek, her ülkenin tavrına ve karşılıklı menfaatlerimize göre ele almaktır.

Avrupa Birliği sürecinin ekonomik bir önemi de değeri de yoktur. Dünyanın en fazla doğrudan yatırım çeken ülkelerinin hiçbiri, benzer bir süreç nedeniyle yatırım çekmemiştir. Yatırım için gerekli olan şeyler çok daha farklıdır. Ucuz maliyet, insan kaynağı ve iç pazar hacmi çok daha önemli kriterlerdir. Örneğin Vietnam, Hindistan veya Çin gibi ülkeler, GSYH’lerine oranla yüksek düzeylerde doğrudan yatırım çekmektedir. Hatta ABD ile ilişkilerinin en kötü olduğu şu günlerde bile, Çin’e ABD’den gelen doğrudan yatırım artmaktadır.

- Yeni dünya düzeninde kazanan belli

Çin’in ekonomik dönüşümü devam ediyor. Elbette bu Çin açısından kolay bir dönüşüm değil. Ancak Çinlilerin, başarmak istediklerinde ne kadar azimle ve sabırla çalıştıklarını bilmeyen de yoktur. Çin ekonomik dönüşümde başarılı olacaktır. Çin dev iç pazarını, yabancıları buraya kolay sokmayarak, zaten bir sıçrama tahtası olarak kullanmaya devam etmektedir. Kendi pazarınız hemen her üründe dünyanın en büyüğü olduysa ve yabancılar burada istedikleri gibi at oynatamıyorlarsa ve tam bağımsız bir yönetiminiz varsa, ekonomik trendin artık tartışılacak bir tarafı kalmamış demektir. Önümüzdeki elli yılın en büyüğü şimdiden bellidir.

İngilizlerin Çinlilerin başlattığı her girişimde, örneğin Asya Altyapı Yatırım Bankası’nda, Amerikalıların eleştirilerine rağmen en önde yer almaları, artık kimin en büyük olacağının kesinleştiğinin işaretidir. Başka bir örnek olarak ABD’nin TPP anlaşmasını iptal etmesinin ardından, Avustralyalıların hemen Amerika yerine Çinlileri davet etmiş olmaları da başka bir örnektir. Merkel’in, seçimlerin bile olmadığı Çin’e her gelişinde, ağzını açıp Çin’in iç işleriyle ilgili tek kelime edememesinin de en önemli sebebi, artık gerçek gücün kimde olduğunun bilinmesindendir. Alman ekonomisi Çin’e muhtaç durumdadır. Ama Çinlilerin Almanlara olan ihtiyacı gittikçe azalmaktadır. Çinliler Alman firmalarını teknoloji transferi için zorladılar ve gerçekten de Almanların tüm teknolojilerini transfer ettiler. Artık otomobilden tutunda da uçağa kadar her şeyi üretmeyi öğrendikleri için, Almanlar artan şekilde Çin bağımlısı haline gelmiş durumdalar.

Çin artık kendi uzay istasyonunu kurmuş bir ülkedir. Yakında ikinci uçak gemisini denize indirmeyi hedefleyen, istediği ülkenin uzaydaki uydusunu vurabilecek silahlar geliştirmiş olan Çin, Asya-Pasifik’te ABD ile bir kapışmaya dahi askeri olarak hazırdır.
Kaynak: AA