Eğitime Bir Bakış 2017 İzleme Ve Değerlendirme Paneli

Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, yapılan hesaplamalara göre net 80 bin civarında öğretmen ihtiyacı olduğunu belirterek, "Ancak gerçek öğretmen ihtiyacının 80 bin rakamından çok daha yüksek olması muhtemeldir" dedi.

Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, The Green Park Hotel’de düzenlenen “Eğitime Bir Bakış 2017 İzleme ve Değerlendirme Paneli”nde yaptığı konuşmada günümüzde eğitimin toplumsal ve ekonomik refaha ulaşmadaki en önemli araç olarak kabul edildiğine dikkat çekerek, “Buna ilaveten eğitim, bireylerin kendisini gerçekleştirmesi, beceri ve yeteneklerini geliştirmesi için de en önemli unsurlardan biridir. Bireylerin eğitimde kalma süreleri artıkça beceri ve nitelikleri artmakta, daha iyi iş imkânlarına sahip olmakta, kişisel gelirleri ve refahları artmaktadır. Bundan dolayı Türkiye dâhil tüm dünyada okullaşma oranları ve süreleri hızla artmakta, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı azalmakta ve eğitime giderek artan bir oranda daha fazla yatırım yapılmaktadır” ifadesini kullandı.

Eğitime ayrılan kaynakların ve nicel göstergelerdeki bu büyümenin eğitim sisteminin kalitesini nasıl etkilediği, sistemin ne kadar etkin ve verimli çalıştığı, hizmetlerin ne kadar eşit bir şekilde dağıtıldığının oldukça önemli hale geldiğine dikkat çeken Yalçın, şunları söyledi:

“Dolayısıyla eğitime ayrılan kaynakların ve imkânların ne kadar etkin ve verimli kullanıldığı, vatandaşların bu hizmetlerden ne derece eşit bir şekilde faydalandığının mutlaka izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Her yıl eğitim sistemini izleme değerlendirme hedefi çerçevesinde bugün sizlerle Eğitime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu açıklamaktan dolayı memnuniyetimizi ifade etmek isterim. Bu rapor ile daha etkin, verimli ve kaliteli bir eğitim sisteminin tesis edilmesi amaçlanmıştır. Çeşitli göstergelere ilişkin veriler ile eğitim sisteminin gelişme gösteren alanları ile sorunlu alanlarını tespit etmek mümkün olmuştur. Eğitim sistemini iyileştirmek için yapılacak olan reformların veri temelli olarak gerçekleşmesi önem arz etmektedir. Veri temelli olarak hareket ettiğimizde kaynakları daha etkin bir şekilde dağıtarak hem eğitim sistemini iyileştirme hem de sistemdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırma imkânına sahip oluruz. Raporda MEB, ÖSYM, TÜİK gibi kuruluşlar tarafından yayınlanan açık veriler ile OECD’nin her yıl yayınladığı Bir Bakışta Eğitim, TIMSS ve PISA verileri kullanılmıştır. Her bir gösterge analiz edilirken veriler imkân verdiği ölçüde yıllara, cinsiyete, bölgelere ve illere, öğrenim düzeyi ve eğitim kademesine göre incelenmiş ve bazı veriler uluslararası veriler ile karşılaştırılmıştır. Raporda kullanılan tablo, şekil ve haritalar, konuyla ilgili uluslararası raporlarda kullanılan formatlar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Şunu da açıkça ifade etmek isterim ki, bu raporda MEB’in veri talebimize cevap vermemesi nedeniyle rutin yayımlanan istatistikler dışında herhangi bir özel veri kullanılmamıştır. Eğitim sisteminin daha etkin bir şekilde izlemesi ve değerlendirilmesinin yapılması için Milli Eğitim Bakanlığının eğitim sistemi ile ilgili verileri kamuoyu ve araştırmacılar ile daha fazla ve şeffaf bir şekilde paylaşması önem arz etmektedir. Bakanlık, veri paylaşmaktan çekinmemeli, paylaşılan verilerin eğitim sistemini iyileştirmek için kullanılacağını bilmelidir. Dahası hesap verebilirliğin artırılması adına bakanlığın çalışmalarının sivil taraflarca izlenmesi demokrasi açısından oldukça önemlidir.”

Raporun öne çıkan bulgularına bakıldığında eğitim sisteminde son yıllarda birçok alanda oldukça önemli gelişmelerin olduğu ve OECD ortalamalarına yaklaşıldığının görüldüğüne dikkat çeken Yalçın şunları dedi:

“Okullaşma oranları son yıllarda oldukça artmış ve 6-9 ve 10-13 yaş arası okullaşma oranları yüzde 99’a ulaşmıştır. 5 yaş grubunda okullaşma oranları yüzde 70’e, 14-17 yaş grubunda ise yüzde 87’ye yükselmiştir. Okul öncesi ve ortaöğretimde ise önemli gelişmeler olmasına rağmen halen OECD ortalamasının altında görünmektedir. Bölgesel olarak okul öncesi ve ortaöğretimde erişimde farklılaşmalar devam etmektedir. Milli eğitim sisteminde -yükseköğretim hariç- 17 milyondan fazla öğrenci bulunmaktadır. Bu oldukça büyük bir sayıdır. Birçok ülkenin nüfusundan daha büyük sayıda öğrencimiz okullarda öğrenim görmektedir. Ancak eğitim sistemimizdeki1 milyon 750 bin kişi açıköğretimde öğrenim görmektedir. Bu öğrencilerin önemli çoğunluğu ortaöğretim öğrencisidir. Maalesef bu durum açıköğretim liselerinin çoğunlukla başarısız öğrencilerin yönlendirildiği bir tür ’depo’ olma özelliğini devam ettirdiğini göstermektedir. Okullaşma oranlarının artmasının bir sonucu olarak en az lise mezunu ve üstü oranı son yıllarda önemli oranda artmıştır. 2009-2016 yılları arasında 18-21 yaş grubu arasındaki kişilerin lise mezunu olma oranı yüzde 48’den yüzde 60’a yükselmiştir. Ancak bu oran OECD ortalamasından düşüktür. Eğitim sistemimizdeki en önemli gelişmelerden biri de derslik, şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayılarında görülen azalmadır. Şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayılarında OECD ortalamasına yaklaşıldığı görülmektedir. Bu alanlarda öne çıkan husus ise bölgesel ve illere göre şube ve öğretmen başına düşen öğrenci oranlarının önemli oranda farklılaşmasıdır. Bundan dolayı öğretmen ataması ve derslik yapımında dezavantajlı bölgelere öncelik verilmesi gerekmektedir. Diğer bir husus ise, halen ikili eğitim var olmaya devam etmektedir. Orta Vadeli Program’da hedeflendiği gibi kısa sürede ikili eğitimin sona erdirilmesini ummaktayız.”

“Son yıllarda eğitime kamu bütçesi içinden en büyük payın ayrılmasının bir sonucu olarak gayri safi yurt içi hasıla ve genel bütçeden eğitime ayrılan pay açısından Türkiye hızla OECD ortalamasına yaklaşmıştır” diyen Yalçın, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Geçmiş yıllarda OECD ortalamasından oldukça az bir oranda eğitime GSYH’den pay ayrılırken, şimdi bu oran son yıllardaki artışlarla birlikte OECD ortalamasına oldukça yaklaşmıştır. Türkiye’nin eğitim yatırımlarını daha da büyüterek artırması önem arz etmektedir. Türkiye eğitim sistemine ilişkin nicel göstergelerdeki bu pozitif gelişmenin eğitimin kalitesine istenildiği ölçüde yansımadığı maalesef görülmektedir. TIMSS ve PISA gibi öğrenci başarılarını karşılaştıran uluslararası çalışmaların verilerine bakıldığında Türkiye’nin ortalama puanının katılımcı ülkelerin genel ortalamalarının altında olduğu görülmektedir. Daha önemlisi, Türkiye’de özellikle temel düzey becerilere erişemeyen öğrenci oranı hayli yüksektir. TIMSS 8. sınıf matematik testinde Türkiye’de alt düzey ve alt düzey altındaki öğrenci oranı yüzde 60’a yaklaşmış durumdadır. PISA’da da temel düzeyin altındaki öğrenci oranı matematik testinde yüzde 50’nin üzerindedir. Bölgesel olarak eğitim başarısının önemli oranda farklılaştığı görülmektedir. Bu veriler, eğitim sisteminin kalitesini artırmak, daha eşit bir şekilde sunmak, her çocuğun temel bilgiye erişmesini sağlamak için gerekli önlemler hızlı bir şekilde alınmalıdır.”

Yalçın, raporda öğretmenler ile ilgili ise şu değerlendirmelerin yer aldığını açıkladı:

“TIMSS ve PISA gibi uluslararası karşılaştırmalı çalışmalarda en başarılı eğitim sistemleri başarının asıl anahtarı olarak öğretmenlerinin olduğunu belirtmektedir. Öğretmenlerin öğrenci başarısı üzerindeki etkisi, okul içi kaynaklar olarak tanımlanan müfredat, öğretim teknik ve materyallerinden çok daha anlamlıdır. Öğretmenler özellikle dezavantajlı öğrencilerin dezavantajının ortadan kaldıracak olan en önemli unsur olarak tanımlanmaktadır. 2014 yılı Dünya Öğretmenler Günü’nde UNESCO, ILO, UNICEF ve UNDP Genel Direktörleri yayınladıkları ortak bildiride, ’Bir eğitim sistemi ancak öğretmenleri kadar iyidir. Öğretmenler, evrensel ve herkes için kaliteli eğitim açısından vazgeçilmezdir’ demişlerdir. Eğitim-Bir-Sen olarak biz de Türkiye’deki eğitim sistemini daha iyi hale getirecek olan en önemli unsurun öğretmen olduğunu savunuyoruz. Bunun için öğretmenin iş barışının olması ve daha huzurlu bir şekilde çalışması oldukça önemlidir. Üzülerek belirtmem gerekiyor ki, Bakanlığın son zamanlarda aldığı ve uyguladığı çeşitli kararlar öğretmenlerin motivasyonunu olumsuz etkilemekte, öğretmenleri rencide etmekte ve saygınlığını ve onurunu zedelemektedir. Özellikle sözleşmeli öğretmenlik ve mülakat ile öğretmen alma ve Öğretmenlik Strateji Belgesi ile başlayan süreçte performans ölçülmesi gibi çeşitli kararlar, çalışma barışını ve kamu hizmetinin işbirliği içinde yürütülmesi ilkesini bozan, kurumsal kargaşaya sebebiyet veren kararlardır. 2016 yılında tekrar uygulanmaya konan sözleşmeli öğretmen uygulaması, öğretmenler arasında bir ayrıma, bu öğretmenlerin özlük haklarında bazı eksikliklere neden olmaktadır. Sözleşmeli öğretmenler eşinin öğretmen olmadığı durumda dahi eş durumu nedeniyle bir araya gelemeyeceği, “eş ya da iş”ten birisini seçmesi gerektiği belirtilmiştir. Açıkçası, bu durum aile birlikteliğini esas alan Anayasanın ilgili hükümleri ile de çelişmektedir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulaması kapsamında 2016 ve 2017 yıllarında toplam 40 binin üzerinde öğretmen istihdamı yapılmıştır. Kamu görevlileri arasında diğer meslek gruplarında olmayan sözleşmeli çalışma esasının bir an önce sonlandırılması gerekmektedir. Dezavantajlı bölgelerde öğretmenleri çalıştırmak için zorlama yerine teşvik edici mekanizmaların geliştirilmesi gerekmektedir.”

Sözleşmeli öğretmenlik uygulaması ile birlikte Türkiye’deki öğretmen istihdamı süreçlerine sözlü sınav aşamasının da ilk kez dâhil edildiğini kaydeden Yalçın, “Uygulamanın başladığı ilk günden itibaren sözlü sınav kamuoyunda tartışılmaktadır. Özellikle çok sayıda sözlü sınav komisyonu olması, sınav komisyonunda bulunanların yeterlikleri, sınavlarda sorulan sorular, vb. konular kamuoyunda sıklıkla gündeme gelmektedir. Genel olarak binlerce adayın çok sayıda farklı komisyon tarafından kısa süreli bir sözlü sınava tabi tutulmasının hem nitelikli öğretmen seçimine hizmet etmediği hem de adalet duygusunu zedelemektedir. Dahası, atanan öğretmen sayısının iki katı tutarında küskün ve toplumdan dışlanma tehlikesi yaşayan bir mağdur kitlesi ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı mülakat uygulaması terk edilmelidir. Öğretmenlik Strateji Belgesi’nde bütün öğretmenler için zorunlu bir performans değerlendirme sisteminin geliştirilmesinin öngörülmüştür. Öğrencinin, velinin ve diğer meslektaşlarının değerlendirmesine tabi tutan performans sistemi tüm itirazlarımıza rağmen uygulamaya konmuştur. Öğrencinin ve velinin öğretmeni not ile tehdit ettiği, meslektaşlar arası iş barışını zedeleyecek olan değerlendirme uygulaması, itirazlarımıza rağmen maalesef uygulamaya konmuştur. Sendikamızda bu konuda bir eylem kararı almış ve tüm öğretmenlerin 100’lük olduğunu belirterek, üyelerimizin her öğretmen için tam not vermesini istemiştik. Başka hiçbir kamu kurumunda uygulanmayan performans değerlendirme sisteminden bir an önce vazgeçilmelidir” diye konuştu.

Strateji Belgesi’nde bütün öğretmenlerin her dört yılda bir öğretmen yeterlikleri çerçevesinde yapılacak bir sınava tabi tutulacağının ifade edildiğini vurgulayan Yalçın, “Mesleğe girişte KPSS, alan bilgisi sınavı, mülakat, aday öğretmenlikten asli öğretmenliğe geçişte yazılı ve sözlü sınav gibi başka hiçbir kamu görevi için öngörülmeyen türde ve sayıda sınava tabi tutulan öğretmenlerin her dört yılda bir sınava tabi tutulmasının makul bir açıklaması olamaz. Birçok aşamadan geçip asil öğretmenliğe geçen öğretmenler, öğretmenlik yeterliliğini kanıtlamışlardır. Bunun ötesinde bir sınav yapmak abes ile iştigaldir. Öğretmenin iş barışını etkileyecek olan en önemli hususlardan biri de öğretmenin güvenliği sağlanmış bir ortamda eğitim faaliyetlerini yürütmesidir. Ancak son zamanlarda bir yandan terör örgütü PKK tarafından şehit edilen öğretmenlerimizin varlığı, diğer taraftan da okullarda öğrencilerin ve velilerin şiddetine maruz kalan öğretmenlerimizin varlığı eğitim ortamındaki güveni ve huzuru yok etmektedir. Eğitimcilere yaptıkları işin onur, önem ve ağırlığına uygun hayat ve çalışma şartları sağlanmadığı gibi eğitimcilerin her türlü şiddet ve saldırılar karşısında savunmasız, korumasız bırakılmış olmaları önemli bir sorundur. Öğretmenlerin emeğini yok sayan, itibarını örseleyen, eğitimdeki etki alanını daraltan, eğitimin aktörünü neredeyse bir figürana dönüştüren, bu mesleği her türlü haksızlığa ve saldırıya açık hâle getiren yaklaşımlar ve politikalar, bugün geldiğimiz noktanın sebebidir. Öğretmeni önemsizleştiren uygulamalar mesleğin onur ve itibarını zedelemiştir, zedelemektedir. Yaşanan mesleki erozyon öğretmeni savunmasız bırakmış, saldırılara açık hâle getirmiştir. Öncelikle MEB, misyonuyla yakıştıramadığımız ve anlaşılmaz bir şekilde her defasında öğretmeni zora sokan, mağdur eden uygulamalardan bir an önce vazgeçmeli, onları en etkili ve güven verici tarzda korumalıdır” diye konuştu.

“Türkiye’nin en büyük eğitim sendikası ve sivil toplum örgütü olarak öğretmenlere uygulanan şiddeti görmezden gelmemiz mümkün değildir” diyen Yalçın şunları söyledi:

“Geçen hafta İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Anadolu Lisesinde öğrencisi tarafından silahla öldürülen Okul Müdürü Ayhan Kökmen’e Allah’tan rahmet, ailesine de başsağlığı diliyorum. Yaşanan bu elim olayı unutmamız mümkün değildir. Milli Eğitim Bakanlığının olayının üzerinden bu kadar zaman geçmesine karşı yaşanan acı olaya karşı halen yüksek sesle tepki göstermemiş olması esef verici bir durumdur. Milli Eğitim Bakanını bu konuda oldukça gecikmiş olmasına rağmen hızlı bir şekilde sürece müdahil olmasını beklemekteyiz. Bizler ise öğretmene yönelik her türlü saldırı karşısında en sert tepkiyi vermeye, öğretmenlerimizin yanında olmayı sürdüreceğiz.”

Rapordaki önemli bulgulardan birinin de kamu eğitim sisteminin öğretmen ihtiyacı sayısı olduğunu ifade eden Yalçın şunları kaydetti:

“Yapılan hesaplamalara göre net 80 bin civarında öğretmen ihtiyacı vardır. Ancak gerçek öğretmen ihtiyacının 80 bin rakamından çok daha yüksek olması muhtemeldir. Öğretmen ihtiyacını etkileyen en önemli unsur, norm fazlası öğretmenlerdir. Şubat 2016 verilerine göre 40 bin civarında norm fazlası öğretmen vardı. Norm fazlası öğretmenlerin eş durumu vb. nedenler dolayısıyla ihtiyaç olan yerlere gidemeyeceği dikkate alındığında gerçek öğretmen ihtiyacı 120 bin civarına çıkmaktadır. Ayrıca 2017 yılında özellikle ortaöğretimdeki birçok dersin haftalık ders saati değişmiştir. Bazı derslerin haftalık ders saatleri artmış bazıları da azalmıştır. Bunu sonucu olarak, bazı alanlardaki norm kadro fazlası öğretmen sayısı artarken, bazı alanlarda ise öğretmen ihtiyacı, daha da büyümektedir. Buna ilaveten, beşinci sınıfların yabancı dil ağırlıklı hale getirilmesi pilot uygulaması başlamıştır. Pilot uygulama yapılan okullarda ciddi yabancı dil/İngilizce öğretmen açığı ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan diğer ders öğretmenleri ise norm fazlası duruma düşmüşlerdir. Bu gelişmelerin sonucu olarak gerçek öğretmen ihtiyacının 120 binin çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Eğitim sistemimizin öğretmen ihtiyacı devam ederken diğer taraftan öğretmen adaylarının sayısı her geçen gün gittikçe büyümektedir. KPSS pedagojik formasyon sınavlarına yaklaşık 400 bin kişi girmekte, buna ilaveten, eğitim fakültelerinde 250 bin civarında öğrenci bulunmakta ve son iki yıldır her isteyen pedagojik formasyon belgesi almaktadır. Öğretmenliğe kaynaklık eden bu alanlar dikkate alındığında yakın zamanda öğretmen adayı kamuoyunun bildiği ad ile “atanamayan öğretmen” sayısının 1 milyonu aşacağı tahmin edilmektedir. Bu ise bakanlığın ve hükümetin önüne oldukça büyük bir sorun olarak gelecektir. Diğer önemli husus ise bir yandan eğitim sisteminin öğretmen ihtiyacı önemli bir oranda var olurken, maalesef bu yıl 20 bin civarında öğretmen atanmıştır. Şubat ayında da 20 bin öğretmen atanması beklenmektedir. Mevcut ihtiyaçlar çerçevesinde yıllık 40-50 binler civarında öğretmen ataması yapılmalı ve kadrolu öğretmen ihtiyacı kapanıncaya kadar sürdürülmelidir. Raporumuzda öne çıkan bir diğer önemli bulgu da öğretmen maaşları hususudur. OECD ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye’deki öğretmenlerin ücretlerinin daha düşük olduğu görülmektedir. Satın alma paritesi göz önüne alınarak yapılan hesaplamalara göre OECD ülkelerinde göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık ortalama kazancı 32 bin dolar iken, Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık kazancı 27 bin dolar civarındadır. OECD ülkelerinde 15 yıl deneyime sahip bir öğretmenin ortalama yıllık kazancı, başlangıç seviyesinin yaklaşık olarak 12 bin 500 dolar üzerine çıkarak 45 bin dolar seviyesine ulaşmaktadır. Türkiye’de ise 15 yıllık bir öğretmenin yıllık kazancı başlangıç seviyesinden yaklaşık 3 bin dolar artarak 30 bin dolar seviyesine ulaşmaktadır. Öğretmen maaşlarının tecrübeye göre artışı açısından Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında en sonlarda yer almaktadır. Öğretmenlik mesleğinin statüsüne yönelik kapsamlı araştırmamızın sonucuna göre de, Türkiye’deki öğretmenlerin önemli bir kısmı aldıkları ücretlerden memnun değildir. Dahası mesleki kıdem artıkça memnuniyetsizlik düzeyi de artmaktadır. Bundan dolayı, öğretmenlerin maaşlarının iyileştirilmesi gerekmektedir. “
Kaynak: İHA