'Bir Hayat Bir Hikaye' Söyleşisi

Yazar Çokum: '1970'li yıllar özellikle kadın yazar yetiştirme noktasında bir rekordur. Daha eski zamanlarda daha münferit hikayecilerimiz var. Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Sevim Burak gibi. Bu patlama ancak Firuzan'la birlikte oluyor 7080 arasında. Tomris Uyar'la birlikte, ben de dahil, Selçuk Baran, Mübeccel İzmirli gibi bir kadın yazar potansiyeli ortaya çıkmıştır, nasıl bir ihtiyaç, nasıl bir açlıksa bir patlama yaşanmıştır. Bu isimlerle birlikte de öykü önem kazanmıştır'

Usta öykücü Hüseyin Su'nun moderatörlüğünde Zeytinburnu Belediyesince düzenlenen 'Bir Hayat Bir Hikaye' söyleşisinin konuğu, roman ve hikaye yazarı Sevinç Çokum oldu.

Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi'nde gerçekleşen etkinliğin moderatörü Hüseyin Su, 'Bir Hayat Bir Hikaye' söyleşisinde hayatları hikayelere denk düşen yazarları dinleyicilerle buluşturmaya çalıştığına dikkati çekti.

Su, konuğu Sevinç Çokum'un hayat hikayesini kısaca özetleyerek, şu değerlendirmede bulundu:

'Sevinç Çokum'un hayatının birikimi 29 kitap. Hikaye dünyasının sınırlarını şu cümlelerle çizebiliriz: Bütün çocukluğu, koşup oynadığı sokaklar, komşu teyzeler ve ablalar, sıcak insan ilişkileri, eski evlerin pencerelerinden taşan sardunyalar, küpe çiçekleri, fesleğenler, duvarlara tırmanan hanımelleri, kaybolan İstanbul. Dev akasyalar, yaşlı çınarlar. İşte bu dünya Sevinç Çokum'un hikayelerinin ve romanlarının genel dünyası.'

Çokum'un tahkiye dünyasını Orta Asya'dan Ortadoğu'ya, Kırım'dan Hindistan'a kadar genişlettiği tespitinde bulunan Su, Osmanlı coğrafyasının insan, tarih ve coğrafya olarak hikaye ve romanlarına girdiğini kaydetti.

Su, Çokum'un 'Onlardan Kalan' adlı hikayesinde yer alan 'Tozlu dev akasyaların altında şunları düşündüm, hep bir soylu güzelliği arayıp durduk' cümlesini dinleyicilerle paylaşarak, '29 kitabı işte bu soylu güzelliği arayan bir yazarın çabasından ibaret'

Hikaye ve roman yazarı Sevinç Çokum ise, iki hayatı olduğunu dile getirerek, şunları anlattı:

'Birincisi normal, gördüğünüz zaman 'Bu kadın yazar mı?' diye soracağınız bir Sevinç Çokum. Mesela, üniversitedeyken hocam Mehmet Kaplan, hikaye yazdığımı duyunca yine hocam olan İnci Enginün'e 'Hangi öğrenciydi bu?' diye sormuş, o da 'Şöyle narin bir kızcağız vardı' diye beni hatırlatmış. Sonra Mehmet Kaplan hocaya kitabım gidince resmimden beni tanımış ve güzel bir mektup yazdı daha sonra bana. Konya'dan bana bir kart yollamıştı. 'Bugün kar yağıyor, karlar savrulurken senin hikayelerinde bir bağ kurdum' manasında cümleler yazmıştı. Saklıyorum bunları.'

Çokum, yazdığı ilk hikayeleri okuması için bir arkadaşına verdiğini, onun da 'Dayıma okutacağım' diyerek Tarık Buğra'ya ulaştırdığını, Buğra'nın da okuyarak kendisinden habersiz dergilere gönderdiğini ve yayımlandığını ifade etti.

- 'Yazılarımı bütün acı hadiselerin ortasında yazdım'

Yazı hayatında 45 yılı geride bıraktığını vurgulayan Çokum, şöyle konuştu:

'Bazı insanlar 'Yazmak istiyorum ama vaktim yok' diyor. Anlamıyorum. Ben kaç tane görevimin dışında, uykularımı feda ederek 45 yıldır yazıyorum. Ben yazarken sobalar geçer, kaloriferler söner, sırtıma karlar yağar, zamanı, mekanı unutup yazarım. Yazmak bir sevdadır aslında, bir sevda ki kurtulamıyorsunuz ondan. Belki kurtulsanız hayata uyum sağlayamayacaksınız. Sait Faik Abasıyanık demiş ya, 'Yazmasam deli olacaktım', onun gibi. Yazılarımı bütün acı hadiselerin ortasında, felaketlerin, kimi zaman ekonomik sıkıntıların ortasında yazdığım oldu.'

Çokum, yazmaya başladığı 1970 ve 1980 yılları arasında Türkiye'de hikayenin doruk noktasına çıktığı yorumunu yaparak, şunları aktardı:

'1970'li yıllar özellikle kadın yazar yetiştirme noktasında bir rekordur. Daha eski zamanlarda daha münferit hikayecilerimiz var. Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Sevim Burak gibi. Bu patlama ancak Firuzan'la birlikte oluyor 70-80 arasında. Tomris Uyar'la birlikte, ben de dahil, Selçuk Baran, Mübeccel İzmirli gibi bir kadın yazar potansiyeli ortaya çıkmıştır, nasıl bir ihtiyaç, nasıl bir açlıksa bir patlama yaşanmıştır. Bu isimlerle birlikte de öykü önem kazanmıştır.'

Kadın yazarların sayısının çoğalmasının yanında, erkek yazarların da o dönem çok değerli eserler verdiğine değinen Çokum, 'Acaba bunları ideolojik çatışmalar mı hızlandırdı, bu da olabilir fakat okumaya karşı olan bir ilgi artışı yazmayı da doğurdu beraberinde' dedi.

Çokum, Türk edebiyatında öykü hayatının eski olduğuna işaret ederek, 'Yüzyıllar öncesine de koyabiliriz halk hikayeleri ve sözlü hikayelerle zengin bir hikaye kültürümüz vardır. Modern hikaye gelince Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin gibi ekol ekol hikayeler serpilmiş, gelişmiş, büyük hikayeler ortaya koyulmuştur. Sabahattin Ali, Sait Faik gibi zenginleşe zenginleşe gelmiştir' ifadelerini kullandı.

2011 yılından itibaren hikaye yazmadığını, romana yöneldiğini paylaşan Çokum, nedenini şöyle izah etti:

'Anlatmak istediklerinizi bazen bir hikayede daha iyi anlatabilirsiniz ama romanla anlatmak istediğiniz şeyleri bir hikayeye sığdıramazsınız. Bir hayatın özeti gibi olur. Hikayenin daha farklı bir yapısı var, romanın ayrı. Ben 'Hikayede oldum da bıraktım' demiyorum fakat bende bir kırıklık oldu. Galiba ben hikayeden, hikayelerimin karşılığı olarak çok şey bekledim. Bunu bulamamış olabilirim.'

Kaynak: AA