GÖRÜŞ - BM İçin Yenilenme Ve Küresel Eylem Zamanı

Yetmiş sene önce tasarlanmış olan Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesi geçerliliğini yitirdi İnsanlık tarihinin en büyük insani krizlerine şahit olduğumuz şu günlerde, küresel krizlerle etkili şekilde mücadele edebilmek için artık yeni yöntemlere ihtiyacımız var.

AMIR LAKHA – İnsanlık tarihinin en büyük insani krizlerden birini yaşıyoruz. 2008 yılından 2014'e kadar, 207 ülkeden 111’i (yani dünyadaki ülkelerin %54’ü) Küresel Barış Endeksine göre gerileme yaşadı. Aynı süreçte, yine önceki döneme kıyasla, daha çok sayıda ülke istikrardan uzaklaşıyor. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, yaşanan afetler her sene 200 milyon insanı etkiliyor. Sadece 2015'te toplam 574 afet rapor edildi. Bunlardan %20'si Afrika'da gerçekleşerek 31 milyon insanı etkiledi. Altmış beş milyon kişi ya yurdundan oldu ya da mülteci statüsünde. Bu II. Dünya Savaşı'ndan bu yana kayıtlara geçmiş en büyük rakam. Dünya çapında 250 milyon çocuk çatışma bölgelerinde mahsur kalmış durumda.

Dünya liderlerinin ve kurumlarının çatışmaları önleyecek veya durduracak iktidarları yok. Birbiri ardınca ortaya çıkan krizleri ve çatışmaları, dünya vatandaşlarının, sivil toplumun ve özel sektörün desteğini arkasına almadan, dünya liderlerinin ve kurumlarının kontrol edebilmesi kolay değil.

Giderek sıklaşan ve yoğunlaşan felaketler yaşıyoruz; daha çok sayıda çatışma daha çok sayıda insanı etkiliyor. Hiçbir fert veya millet tek başına bu sorunları çözemez. Sorumluluk kolektif; eylemlerimiz de kolektif olmalı.

Dünya toplumlarının desteği ve işbirliği ise ancak dünya liderleri ve kurumları insan haklarının kutsallığını, adaleti, refahı ve güvenliği korudukları takdirde gelecektir. Hepimiz uluslararası hukuka ve uluslararası insan hakları hukukuna daha çok saygı gösterilmesi için çalışmalıyız. Bu yasalar şu anda genel olarak ama özellikle Suriye’de tamamen ve utanmazca göz ardı ediliyor. Zulmeden fertleri, kurumları ve ülkeleri engellemek ve zulüm gören fertleri, kurumları ve ülkeleri desteklemek için ahlaki bir görevimiz bulunuyor.

- Mülteciler dünya liderlerinden anlayış bekliyor

İnsani krizlere müdahale ederken milyarlarca dolar ve insan kaynağı harcarken çatışmaların çıkış sebeplerini göz ardı etmek, hastalığın belirtilerini tedavi edip sebebini olduğu gibi bırakmaya benziyor. Ortaya çıkan ihtiyaçları, binlerce insanın mülteci olmasına sebep olan çatışmaları engelleyerek bitirmek varken, ne diye hâlâ insani yardım için milyarlar harcanıyor? Bir mülteci ortalama olarak 17 senesini bu statüde geçiriyor; aralarında 50 yıldır mülteci olanlar bile var. Böylelikle çatışmalar ve bizim gevşekliğimiz yüzünden, masum insanlara ortalama 17 senelik bir ceza vermiş oluyoruz.

Mültecilerin bir kısmı daha iyi yaşam peşinde olan ekonomik göçmenler olabilir, fakat çok büyük bir çoğunluğu, dünya liderlerinden ve küresel nüfustan anlayış bekleyen çaresiz fertlerden oluşuyor. Suriye'deki krizle birlikte (ülke nüfusunun yarısı demek olan) 11 milyon insan yerlerinden edildi, evlerini kaybetti ve bunların 4,8 milyonu mülteci konumuna düşerek büyük ölçüde Lübnan'a, Türkiye'ye, Ürdün'e, Irak'a hatta bir kısmı Avrupa'ya kaçtı. Türkiye 3 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Lübnan'ın nüfusunun ise yarısını artık mülteciler oluşturuyor. Türkiye mülteciler için senede olarak 10 milyar dolar harcıyor. Uluslararası toplumun bu rakama katkısı ise sadece 455 milyon dolar. Lübnan'ın ekonomisi bu denli büyük mülteci sayısından olumsuz etkilenmiş durumda. Avrupa, mültecilere destek olmanın gereği konusunda vatandaşlarını ikna etmekte güçlük yaşıyor.

Birkaçı hariç çoğu Avrupa ülkesi mültecileri kabul edemiyor. Mültecilerin maruz kaldığı aşağılanma ve çektikleri ıstırap, 21. yüzyılın medeni toplumlarında yaşayan insanlar için düşünülemeyecek, şok edici bir seviyede. Mülteci meselesi gerçekten de çok ciddi bir sorun teşkil ediyor.

Şu anda dünyada 65 milyon mülteci ve yerinden edilmiş kişi var. Bunlar kendi hataları olmaksızın, sevdikleri, bildikleri yerlerden kaçmak zorunda kalmış masum insanlar. Çoğu, toplumlarında saygı gören ve imkan sahibi kişilerdi ve kimseye veya hiçbir ülkeye yük olmadan kendi evlerinde, kendi ülkelerinde kalıp hayatlarına devam etmeyi tercih ederlerdi. Bir gecede, yanlarına hiçbir mal mülk alamadan, sadece ve sadece kendilerinin ve ailelerinin güvenliği için başka bölgelere, başka ülkelere kaçmak zorunda kalmış insanlar bunlar. Olayları onların gözünden ve zihninden görmek ve güvenlik, emniyet ve geri dönüşü cazip kılacak teşvikler sağlayarak evlerine dönmelerine yardımcı olmak zorundayız.

- En ağır bedeli genç nesil ödüyor

Suriye'de 200 binin üzerinde insan öldü, yüzbinlerce insan yaralandı veya sakat kaldı. Binlerce çocuk yetim kaldı ve binlercesi sevdiklerini kaydetti. Evlerinden ayrılmak zorunda kalan her beş kadın ve kız çocuğundan en az biri cinsel şiddet mağduru oldu. Mağdurlar özetle şunları söylüyor: 'Düzgün bir hayat ve haysiyet istiyoruz', 'Sadece okula gidebilmek ve üstümüze doğrultulmuş silahlar olmadan barış içinde yaşamak istiyoruz. Tek istediğimiz şey bu'.

Bütün çatışmalarda genç nesil ağır bir bedel ödüyor. Şu anda herhangi bir seviyede eğitimden mahrum, 3 milyondan fazla çocuk bulunuyor. Suriye örneğini ele alalım: Suriye'deki 6 milyon çocuk insani yardıma muhtaç durumda; bunlardan 2 milyonu ulaşılması zor bölgelerde, 500 bini ise kuşatma altında yaşıyor. Bazıları 2 yıldır kuşatma altında.

Çocuklar ancak anne-babaları izin verirse okula gidebiliyor; çünkü çocukları öğleden sonra eve canlı bir şekilde dönebilecekler mi, bilemiyorlar. Okula gittiklerinde ise soğuktan, açlıktan, kabuslardan ve uykusuzluktan kendilerini derslerine veremiyorlar. Çocuklar psikolojik ve fiziksel hastalıklardan mustarip; bir yandan da fiziksel şiddete ve cinsel istismara maruz kalıyorlar. Dünya, çocukların küresel çapta yaşadığı şu hal için çok büyük bir ceza ödeyecektir. Bu çocuklar bundan birkaç yıl sonra, herkese yönelik muazzam bir sorumluluk meselesi haline gelecek ve sıradan vatandaşların barış içinde yaşamasına müsaade etmeyecekler. Dünün kurbanları, bugünün teröristleri oldu ve aynı şekilde bugünün kurbanları, yarının teröristleri olacak.

Suriye'de ilgili sorunlar altı yıldır devam ediyor. Suriye krizinin seyrini değiştirebilecek gücü olup da ya sessiz kalan ya da barışçı bir çözümü engelleyenlerin imajı çok ciddi şekilde zedeleniyor. Suriye'deki krizde o kadar haddinden fazla 'oyuncu' bulunuyor ki her biri kendi gündeminin ve çıkarlarının peşinde olan fertler, kurumlar ve ülkelerin karşısında dünya, yenilgiyi kabul etmiş bir tavırla, Suriye'nin 'çok karmaşık' bir durum olduğunu söylemekle yetiniyor. Durum aslında dedikleri gibi değil.

Suriye'de barışı yakalamak mümkün ve o da önümüzdeki üç ayda gerçekleşecektir. İyimser olmak için nedenler var. 2017 senesi, Suriye kriziyle ilgili olarak yenilikçi bir yaklaşıma sahip yeni bir dönem başlatıp yeni bir kriz yönetimi sunacak.

- Barış görüşmeleri ve BM'nin rolü

Uluslararası Suriye Destek Grubu, 14 Kasım 2015’te Suriye için organize edilen Viyana barış görüşmelerinde yabancı güçlerin akim kalan daha önceki barış teşebbüslerinden sonra, Suriye'deki çatışmaya bir çözüm bulmak adına, Viyana’da yeniden dışişleri bakanları seviyesinde müzakerelerde bulundu. Uluslararası Suriye Destek Grubu, başkanlığını Rusya ve ABD'nin ortaklaşa yaptığı 20 güç ve uluslararası kurumdan oluşuyordu. Aralık 2015'te, bundan tam bir sene önce, BM Güvenlik Konseyi (BMGK), Suriye'de bir barış sürecini başlatmak için hazırlanan uluslararası bir yol haritasını onaylayan çözümü oybirliğiyle kabul etmişti.

Bu senenin 1 Şubat'ında, arabuluculuk yoluyla organize edilen Cenevre Suriye Barışı Görüşmeleri'nin resmi başlangıcı BM tarafından ilan edildi. Ne üzücüdür ki birçok kişinin iyi ve onurlu niyetlerine rağmen, Suriye'de barış bir türlü gerçekleşemedi.

Aralık ayı başında BM Genel Sekreterliği görevini bırakan Ban Ki-Moon, İstanbul'da Mayıs 2016'da gerçekleşen Dünya İnsani Zirvesi'nde (WHS), dünya çapında yaşanan acıların görülmemiş bir seviyede olduğunu ifade etti. Konuşmasının devamında, insanları sadece hayatta tutmanın değil, insanlık onuruna yaraşır bir şekilde yaşamalarını sağlamanın önemine işaret etti. BM'nin gayretleri, basitçe, mevcut küresel sorunlara hitap etmek için tarihi geçmiş yöntemlerin kullanılmasından dolayı etkisiz kalmış, boşa çıkmıştır.

26 Haziran 1945'te imzalanan BM Sözleşmesi, güvenlik, adalet, refah ve insan hakları alanlarında belli hükümler ortaya koyuyordu. Bu sözleşmede BM üyeleri 'Anlaşmazlıkları barışçı şekillerde çözmek, güç kullanarak müdahalede bulunmaktan kaçınmak, saldırganlara yardımcı olmamak ve sözleşmenin hükümlerinin yerine getirilmesine yardımcı olmak' konularında taahhütte bulundular. Ancak mevcut problemlerin üzerine eğilirken kullanılan sistemler 70 yıl önce tasarlandıkları için, artık miatlarını doldurmuş durumdalar. Mevcudun taklidine düşmeden samimiyetle ve herkese yönelik bir iyi niyetle yenilikçi sistemler tasarlamalı ve problemleri ortak gayretlerle ele almalıyız.

İnsani yardım çabaları, küresel çapta etkinliği olan bir 'polisin' denetimi altında, kalkınma gayretleriyle el ele ilerlemelidir. Birkaç grup bir araya gelirse, barış adına kısa vadede bir başarı yakalanabilir fakat uzun vadede yine güçlükler ortaya çıkar. Mevcut çok sayıdaki küresel soruna yönelik uzun vadeli bir plan yapmalıyız. Dolayısıyla, mevcut durumu değiştirmek için yapılacak müzakerelere siyasi liderleri, güçlü çıkarları, düşman tarafları ve sıradan insanları dahil etmek mecburi hale gelmiş bulunuyor. Unutmayın, sıradan insanların da gücü vardır. Uzlaşma süreci, senelerdir süren şiddetli çatışmalarda tahrip olmuş ilişkileri de dönüştürmeye yardımcı olacaktır.

Her şeyden önce bu kimin 'barışı'? Değişim yumuşak güç kullanmayı ve sert gücün muhtemel bir tehdit unsuru olarak kullanılmasını gerektirir. Bir kere, insanlığa kriz içinde bulunduğu zaman yardım etmek ortak bir sorumluluk olmasına rağmen, bir ülkenin vatandaşlarının sorumluluğu yine önce o ülkeye aittir. Bu nedenle mültecilerle ilgili gerçek sorumluluk, öncelikle geldikleri ülkelere aittir. Bu ulusların destek ve işbirliği harekete geçirilmeli; zira her bir ülke kendi vatandaşlarının sorumluluğunu taşır. Bu sorumluluğu yerine getirme konusunda isteksiz olan ülkeler, bu davranışlarının ağır cezaları, sonuçları ve yansımaları olacağı konusunda bilgilendirilmeli.

Herkes 'yaşa ve yaşat' ve 'kendine ve sevdiklerine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma' ilkelerini içselleştirmek konusunda teşvik edilmeli.

İnsanlığın kurtuluşu, birbirimize duyduğumuz sevginin teşvik edilmesinde yatıyor, nefrette değil. Sevgi, ahlaki ve kültürel değerler, küresel barışın gelmesine yardımcı olacaktır. Küresel barışa engel olan unsurları ele almak için stratejiler uygulamanın tam zamanı. Tartışma seviyesinde kalmanın zamanı geçti ve artık zaman hem BM nezdinde hem de küresel bir seviyede harekete geçme zamanı.

[Dr. Amir Lakha İngiltere'deki insani yardım kuruluşu HACOT'un kurucu başkanıdır]

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA