''25 Aralık Kumpas'' Soruşturması İddianamesi (3)

Paralel Devlet Yapılanması'nın, "takipsizlikle sonuçlanan 25 Aralık soruşturmasında usulsüzlükler yaptığı ve şüphelilere kumpas kurduğu" iddiasıyla aralarında Fetullah Gülen'in de bulunduğu 69 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, ''Gülen Cemaati'nin, kendi selameti ve menfaati için başka her şeyin feda edilmesini caiz gören bir inanç geliştirdiği'' belirtildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili İsmail Uçar tarafından hazırlanan 1453 sayfalık iddianamede, ''imam-ümmet masumiyeti'' başlığı altında, Gülen Cemaati'nin melezleştiği, bu olgunun şüpheli Fetullah Gülen'in 1998'de Papa II. John Paul ile görüşmesi, 1999'da Türkiye'den ayrılıp Amerika'ya yerleşmesiyle gerçekleştiği anlatıldı.

Cemaatin küresel ölçekte mesafe aldıkça hem kendisine vücut veren manevi kökler ve milli değerlerle irtibatını zayıflattığı hem de gürbüzleşme stratejisini rafa kaldırarak, yaban eller ve kültürlerle hemdem olma çabasına girdiği belirtilen iddianamede, küreselleşen Gülen ve cemaate, mesih ve misyonu üstlenme yönünde ciddi bir fikir aşısının yapıldığı kaydedildi.

İddianamede, Fetullah Gülen ile ilgili şu tespitlere yer verildi:

"Gözlemlendiği kadarıyla Gülen kendisini insanlığın maddi ve manevi sıkıntılarını sona erdirecek, dini ve içtimai hayatı kemale eriştirecek bir ruhani otorite olarak algılamakta ve bu algı İslam geleneğindeki mehdilik inancını anımsatmaktadır. Mehdi inancı tarihsel tecrübede huzur ve sükundan çok huzursuzluğa, adaletten çok zulme medar olmuş, dahası İslam tarihinde siyasi ikbal ve iktidara göz diken pek çok kimse mehdi olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp Müslümanların sosyal dirlik ve düzenini parçalamıştır. Bu bağlamda Gülen Cemaati'nin kişisel karizma ve otorite mezhebi olarak tanınan Şia'nın reflekslerine benzer refleksler sergilemeye başladığı, Gülen'in de bir icma mezhebi olan Sünniliğin ön plana çıkardığı ümmet masumiyeti fikrinin aksine Şiiliğin ilahi hak nazariyesi ekseninde geliştirdiği kişisel karizmaya dayalı masum imam profilini yansıttığı söylenebilir.''

"Bugüne kadar yeterince fark edilmemiş veya sıkça dile getirilmemiş olsa da Gülen Cemaati'ndeki hareketin fıkhı, kendisini İslam'ın, ülkenin ve belki de bütün dünyanın geleceği için yegane kurtuluş ümidi olarak kodlayan bir anlayışla oluşturulduğu" belirtilen iddianamede, bu anlayışın gerektiğinde her şeyin cemaat uğruna ikinci plana atılıp gözden çıkarılacağı yönünde tekçi, ben-merkezci ve özsever (narsist) bir kendilik algısının benimsenmesine yol açtığı vurgulandı.

Gülen Cemaati'nin kibirden de pek ödün vermediği ifade edilen iddianamede, cemaatin kendi selameti ve menfaati için başka her şeyin feda edilmesini caiz gören bir inanç geliştirdiği kaydedildi.

İddianamede, cemaat mensuplarının hedefe vasıl olmak uğruna özellikle kriz zamanlarında, İslami ilkelerle pek bağdaşmayan, gerektiğinde dini-ahlaki hassasiyetleri askıya alan davranışlar sergilemesine de izin verildiği belirtilerek, "Cemaat, diğer İslami gruplar arasında ciddi rahatsızlık yaratan çok boyutlu güç tedarikini ve bilhassa yargı, emniyet gibi kritik kurumlarda kadrolaşma ve diğer bütün grupları saf dışı bırakma kabiliyetini tedbir-takiyye siyasetine borçludur" ifadelerine yer verildi.

İddianamede, "17 Aralık'tan bugüne yaşanan hadiseler dikkate alındığında, cemaatin siyasi iktidarla hukukunu en başından itibaren böyle bir müdara siyasetiyle sürdürmüş olduğundan söz etmek mümkündür. Diğer taraftan 1980 ve 28 Şubat darbelerinin yaşandığı hengamede Gülen'in askeri vesayete karşı kendini ifade ediş tarzında da takiyyeye yedirilmiş bir müdara siyasetinin belirleyici olduğu tespitinde bulunulabilir'' denildi.

Gerek askeri gerek siyasi ve bürokratik erkana karşı öteden beri müdaracı bir tavır sergilediği anlatılan iddianamede, cemaatin özellikle Kemalist, laikçi çevrelerle ilişkisini son yıllara kadar hep bu minvalde sürdürmeyi prensip edindiği, cemaatin belki de kırk yıllık sürecinde en rahat şekilde hareket ettiği ve hemen her istediğine kolaylıkla eriştiği bir dönemde ''muhafazakar demokrat'' bir kimlikle kendini tanımlayan siyasi iktidara dört bir yandan saldırmasının gerçekten düşündürücü olduğu bildirildi.

- "Güç kazandığı her alanda işgalci gibi davrandı"

"Gülen Cemaati'nin artık 'Ben eski ben değilim' dercesine çok büyük bir özgüvenle hareket ettiği" kaydedilen iddianamede, güç zehirlenmesi gibi çok ciddi komplikasyonları da bulunan bu aşırı özgüvenin, Gülen ve cemaatine yüklenen seçilmiş kurtarıcı misyonuyla ilintili olduğu anlatıldı

Cemaatin güç kazandığı her alanda işgalci gibi davrandığı, resmi ya da sivil hemen hiçbir alanda kendisinden başkasına nefes aldırmadığı ve dindaşlık ile vatandaşlık gibi paydaları yok saydığı vurgulanan iddianamede, ''cemaatin kendini 'seçilmiş' olarak görmesi ve buna bağlı olarak ilahi irade tarafından mutlak hakikatin temsilcisi ve insanlığın kurtarıcısı gibi eşsiz bir misyon yüklendiği" değerlendirilmesine yer verildi.

Şüpheli Fetullah Gülen'in "tarihi tekerrürler ve bir uzun temenni" başlıklı sohbetinden bahsedilen iddianamede, Gülen'in bu sohbette seçilmişlik anlayışını benimsettiğini, cemaatin kendinden başkasını yok saydığı, diğer bütün Müslümanların değerini cemaate hizmetle ölçüldüğü ve hasım bildiklerini bertaraf etme hususunda hiçbir kural tanımayacak kadar acımasız davrandığı kaydedildi.

İddianamede, "Cemaat öyle büyük bir özgüven patlaması yaşamıştır ki, Türkiye Cumhuriyeti ve dünyada kendilerinin en kutlu yolda olduklarını, seçilmiş bir zümre olduklarını iyiden iyiye düşünmeye başladılar. Bu yapının dışındaki her kişi gaflet içerisindeydi. En dürüst kendileriydi ve diğer insanlar avam tabakasını oluşturuyordu ve normal insanların hak ve hukuku cemaatin bekası için rahatlıkla feda edilebilirdi. Bu fikir kamuda çalışan diğer insanların dışlanmasına, ayaklarının kaydırılmasına, önlerinin kesilmesine ve bu haksızlıkları yaparken yine ibadet bilinciyle yapıldığı kanısı hakimdi. Cemaatin selameti için her türlü haksızlık, hukuksuzluk yapılabilirdi'' denildi.

Şüpheli Fetullah Gülen'in 12 Eylül darbesini öven ''Son Karakol'' isimli yazısında, ''12 Eylül askeri darbesi adeta kutsanıyor ve darbe neticesinde binlerce insanın sorgu odalarında, hapishanelerde çürütülmesine alkış tutuluyordu" tespitlerine yer verilen iddianame, Gülen'in 28 Şubat postmodern darbesinin mimarlarından olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'e yazdığı mektup da yer aldı.

- "Güçsüzün ve ezilenin yanında yer almadı"

Şüpheli Gülen'in Çevik Bir'e yazdığı mektupla alakalı iddianamede şu tespitler yer aldı:

"Bu mektupta da görüldüğü gibi Fetullah Gülen meşru hükümete darbe yapan askeri kutsayıp, kendi kurduğu okulları istemeleri halinde devredebileceğini bildirmektedir. Bu yazı ve mektuptan anlaşılmaktadır ki, Fetullah Gülen aslında demokrasiye inanmış biri değildir. Demokrasiyi de kendi hareketinin bekası için kullanmaktadır. Demokrasiye inanan birisi hayatının hiç bir evresinde darbeyi desteklemesi ve kutsaması düşünülemez.''

İddianamede, cemaatin kimliksiz bir siyaset takip ettiği, sürekli olarak güçten yana tavır aldığı, güçsüzün ve ezilenin yanında yer almadığı kaydedildi.

(Sürecek)

Kaynak: AA