Arda Uskan hayatını

Türk basının Son Mohikan’ı, usta gazeteci, Takvim gazetesi yazarı Arda Uskan, uzunca bir süredir boğuştuğu karaciğer yetmezliği sebebiyle hayatını kaybetti.

Arda Uskan hayatını
Nokta Dergisi'nin efsane yayın yönetmeni olarak da bilinen Arda Uskan'ın cenazesi, yarın öğlen Teşvikiye Camii'nde kılınacak cenaze namazına müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilecek.

Uskan, 24 Ağustos'ta köşesinde rahatsızlığını anlattığı yazısının başlığını 'Kısa bir veda olabilir...' koymuştu. İşte Arda Uskan'ın yazısındaki o bölüm;

Kısa bir veda olabilir...


Öz okurum bilir bir süredir hastayım ve şu son günlerde ellerimin gücü daha bir azaldı.

Zaten son bir iki yazımı da ben söyledim oğlum veya karım kaleme aldılar, farkı fark etmişsinizdir. Bilgisayar tuşlarından uzakta olmak aslında bir bakıma iyi geldi. Çünkü ezelden beri daktilo severim ben, şu hafif meşrep bilgisayar tuşlarına ne güvenim olmuştur, ne de kanım ısınmıştır.

İnsanı satar bile bunlar.

Neyse iyileşeyim, hem söyleyip hem yazacağımdır.

Çünkü doktorum, dostum Mehmet Emin Güneş bunu garanti ediyor.

Şimdi yapılan sadece kan ve gıda takviyesi.

Birini damardan alıyorum diğerini akraba kadınları ve konu komşu ağzımdan burnumdan tıkıştırıyorlar.

Bir taraftan da uyuduğumu sanıp başucumda fısır fısır konuşma halindeler.

Mesela ilk kez 'safra kesesi tahribatı değil, karaciğer kanseri' olduğumu öğrendim. 'Duyuyorum hanımlar' dedim, yine koro halinde bağırıştılar, 'Kıçından uyduruyorsun Arda ne kanseri, domuz gibisin maşallah!' Lütfen biri bunları başımdan alabilir mi? Gitsinler ki ben de rahat rahat düşüneyim, maziye dalayım, gençlik anılarımı hatırlayayım, o günkü aşklarımla kırlarda dolaşmaya çıkayım... (Bu yazımı belli ki karıma değil Dicle teyzeme yazdıracağım yoksa bizimki, 'Hala mı Seyyal Taner' diye hasta masta demez kafamı kırar.) Oysa ben tüm dostlarla paylaştığım hayatımı anmak istiyorum... Mesela18 yaşında tanıdığım devrimci ruhlu Aytunç Altındal'la birlikte aldığımız 'gelecekte mutlaka bir baltaya sap olmalıyız' kararımızı... Benim bunun üzerine orkestra kurup, Neşet Ruacan ve sonrasında Mazhar ve Fuat'ın peşine takılma cüretimi ve sonuç olarak nasıl rezil ile rüsva olduğumu ... Derken kulağımdan tutulup Milliyet'e getirildiğimi...

Aslında bu günkü yaşamım o gün başlamış. Kader bana demiş ki, sen gitar çalma oğlum yazı yaz, bak gör daha ne güzel dostlar edineceksin? Nitekim her zaman yanımda oldular, sağ olsunlar. Başta Sezen Aksu olmak üzere hepsine teşekkür ediyorum.

Erol Evgin'e, Erkin Koray'a, Hülya Avşar'a, Hıncal Uluç'a, Sinan Çetin'e, Okan Bayülgen'e, Mehmet Ali Erbil'e, Tamer Karadağlı'ya, Halil Ergün'e, Ekrem Çatay'a, Gül Oğuz'a, İzzet Çapa'ya, Kadır İnanır'a ve .... (İsim atlamayalım diye karım telefon rehberimden okuyor, 'K' harfine gelmiş 'Kurye tel' dedi, hadi bakalım onlar da az zahmetimizi çekmedi selam olsun.) Kubilay- Selçuk- Mahmut Övür- Korhan Atay-Ayda-Levent Özlü için elbette bir yerlere bakmama gerek yok şu an yanımdalar çünkü... Ve Nur Toprakoğlu, Nursuna ve Salih Memecan, Sumru Dinçel, Süleyman Turan, Seyyal Taner...

Yok arkadaşlar bu böyle olmayacak, gazino kapatır gibi sayfanın tümünü ele geçirmem gerekecek ki en iyisi ben burada adını anamadığım ünlü-ünsüz tüm dostlarıma huzurlarınızda bir güzel teşekkür edeyim.

Galiba en çok da evimizin oğlu Ümit Zileli'ye...

Yarın mı? Allah Kerim...