Ankara'nın Mekânları 'Birdenbire' Canlandı

Sadık Yalsızuçanlar'ın yeni romanı Birdenbire, kitapçılarda yerini aldı.

Romanda, Ankara'nın eski ve yeni mekânları adeta canlanıyor. Timaş Yayınları'ndan çıkan romanda anlatılanların önemli bir kısmı, başşehrin tanıdık bildik mekânlarında geçiyor. Yalsızuçanlar, Ankaralı bir yazar olarak öteden beri eserlerinde bu şehrin mekanlarını, Güvenpark'ı, Cinnah'ı, Kuğulu Park'ı, Gençlik Parkı'nı, Sakarya Caddesi'ni, Beytepe Kampüsü'nü, ODTÜ ve Demetevler gibi yerleri konu ediyordu. Romanlarında, buralarda geçen olaylara rastlanıyordu. Birdenbire'de de Kızılcabölük'te başlayıp Ankara'da devam eden bir dizi olay konu ediliyor. Bir üniversitede öğretim görevlisi olan Mustafa'nın, özellikle Ankara'daki yaşamında tanıdık yerler, olaylar ve durumlarla karşılaşılıyor; Hacı Bayram, Atatürk Orman Çiftliği, Atlantis City gibi…Birdenbire'de yazar, Atakule'nin yeni açıldığı günlere götürüyor okuyucuyu. Kulenin terasında, Mustafa bir hayal görüyor. Muhyiddin İbnü'l-Arabi'yle karşılaşıyor ve aralarında bir konuşma geçiyor. Daha sonra elinde Diyanet Vakfı Yayınları torbası bulunan Behzat Ç.'nin ağabeyi, Leonard Cohen ve Amerikan iktidarının sonunu haber veren korkusuz bir delikanlı ortaya çıkıyor. Bu ve benzer ilginç sahnelerle dolu roman, aslında bir dervişin evrensel anlamda ruhî yolculuğunun hikayesi.

ROMANDA ATAKULE'DE GEÇEN OLAYIN BİR BÖLÜMÜ:

“(…) Seksenli yılların sonu… Ekimin yirmisi… Ankara'nın hep sevdiğim, beni sapsarı bir melalle kuşatan sonbaharı gelip çatmış. Ağaçlar altın sarısı yapraklarını döküyor, yapraklar caddelerde savruluyor, insanı varlığın fenayla yıkanan yüzünden soyan hafif bir rüzgar esiyor, eserken yalnızlıkla üşütüyor… Atakule'ye gidiyorum. Yeni açılmış. Ankaralılar akın akın gidiyorlar. Kalabalıkta kayboluyorum. Boğuluyorum. (…) Kalabalığın arasından bir delikanlı beliriyor. Durmuş bana bakıyor. Benim de baktığımı fark edince gülümsüyor. Avcunu gösteriyor. Bakıyorum bir şey yazılı: Amerikan iktidarının sonu. Ben de gülümsüyorum. Amerika'nın zevaline, Türkiye'nin kemaline… Yaz oğlum… Yazdım efendim. Sen kimsin? Ben Korkmaz'ım efendim. Korkmaz? Tam bir Er'im ben. Sen aşk erisin evladım. Bu nedir peki? Buna yakaza derler efendim. Onu sormuyorum, şu nedir şu? O, Leonard Cohen efendim. Ne diyor? Everybody knows that the dice are loaded, diyor efendim. Yani? Yani, everybody rolls with their fingers crossed, efendim. Anlamadım? Bunda anlamayacak bir şey yok efendim, everybody knows that the war is over, demek istiyor. Everybody knows the good guys lost, dese daha yerinde olmaz mıydı? Zaten, everybody knows the fight was fixed, demek istiyor. O halde, the poor stay poor, the rich get rich, dese de olurdu yani. Tabii ki, thats how it goes ile everybody knows aynı anlama geliyor. Peki… Everybody knows that the boat is leaking, diyorum ben… Şu nedir? Aa o mu, döner platformlu lokanta. Şu karpuz kabuğu görmüş eşek gibi sırıtan kim? Bakıyor, o da sırıtıyor, Behzat Ç.'nin ağbisi… Yanındaki kim? Dr. Behzat Çağlar, saç ekimi konusunda uzman bir doktor. Arkasındaki? Hangisi? Elinde Diyanet Vakfı Yayınları poşeti bulunan? Haa o, Ece Ayhan'ın babası Behzat Çağlar'ın oğlu, Emniyet'ten emekli Engin Bey. Engin Çağlar mı? Evet. Ama o aktör değil mi? Aktör olan başka, bu emekli polis. Peki evladım, anladım. Aa bi dakika, saç ekimini anlayamadım? Bildiğin tarama özürlülere uygulanan saç ekimi tedavisi. O konuda uzman yani? Evet. Şimdi anladım. Platforma bakıyorum. Arif odur ki, Hakk'ı burada, bu kaosun içinde bulsun…Şeyh-i Ekber'i uğurluyorum. Kulenin tepesinden eleğimsağma gibi şehrin ufkuna ağıyor. Sonra bir rebap sesi duyuyorum. Neyleyim dünyayı, bana Allahım gerek, diye inliyor. Kuleden iniyorum. Asansörler tıklım tıkış… Kalabalıktan boğuluyorum. Şeyh-i Ekber'in son sözü kulağımda. Âdem su ile balçık arasındayken ben peygamberdim… Bu kadar örtülebilir. Kusursuz bir dil ustalığı. Dil örtüdür. Kışın bedeni saran koyu, kırçıl bir palto gibidir. Sırrı dilde aramak aptallıktır. Sırrı dile döktüm demek, insanlara kazık atmaktır. Ne kadar açık sözlüsün sultanım. Bizde böyle evladım, kendinden kendini bilme hali…”