Ha gayret Yavuz uşağum

'Seda Sayan Swarovski taşlar la kaplı Kuran'ı Kerim alır mı alır'


Yavuz Turgul gibi “ağır” yönetmenler söz konusu olunca beklenti de yüksek oluyor. Filmleri yükseltsin kafayı istiyor insan. Uçar giderim diye izlediğim “Av Mevsimi” oysa, uçup gitti benden. Kanyon’da öğle yemeğine oturmuş, dedikoduya durmuş insanlığa bile acıyamadım. Kim bilir içlerinde ne Battal Çolakzade’ler var idi oysa ki merhametten bihaber, kofti avcı modeller…
Film kötü değildi de, bir şeyler eksikti sanki. “Polisiye izlemeye geldik” seyircisi düşünülmeseydi belki daha iyi olabilirdi. Söz gelimi iki polis koşup koşup yakalamak istedikleri adama omzuna dokunacak kadar yaklaşıp nasıl kaçırırlar adamı? “Türk polisi beceriksizdir” gibi bir altmetin saklamıyor ise bu hareket, niyedir, aksiyon yaratayım kaygısıyla mı yapılmıştır?
Bir de, çaylak polisin sürekli ellerini koklaması hadisesi var. Enfiye koklar gibi koklayıp duruyor. Tamam, anladık, ortalık çok pis kokuyor da, bir olur iki olur, film boyunca da koklamaz insan elleri. Yetmemiş gibi finalde de küvete girip temizlenmeye çalışıyordu çaylak.
Filmde seri katiller üzerine tez yazan polisin okuduğu Fikret Topallı’nın kitabını okumalı belki. Belli ki Yavuz Turgul’un pek anlayamadığımız derdinden izler var orada. Keza kitabın tanıtımında “Burjuva toplumunun huzurlu yaşamının izleyeni yanıltan bir akışı var. Sistemin bütün ideolojik aygıtlarıyla dillendirdiği huzur ve güven ortamı söylemi de, aslında tehlikeleri ve çatlakları saklamak çabasından başka bir şey değil” yazıyor. Ağır yönetmen olmanın bir şartı sandığım medyada az görünme prensibi olmasaydı Yavuz Turgul’un derdini daha iyi anlayabilirdik belki.
Nuriye Akman’a konuk olduğu televizyon programında “Cesaretimin örnekleri sadece filmlerim kadarsa, bunlar çok cesur filmler değiller. Ben Marquis De Sade, Lord Byron ya da bir Dostoyevski değilim. Onlar karabasanlarla, karanlık koridorlar içinde yürümüş insanlar. Bu çok büyük bir cesaret ister. Kendi insanlığını paramparça yapmak ve oradan tekrar doğabilme cesareti…” diyor Yavuz Turgul. Ben de filmdeki Karadeniz melodilerinin gücüyle “Ha gayret, ha cesaret uşağım…” diyorum. Korkunun ecele faydası mı var?

Menajer Terörü

Sevgili basın danışmanları, sevgili menajerler, sevgili halkla ilişkilerciler, temsil ettiğiniz ünlülerle nasıl bir ilişki içindesiniz? Neden söyleşilerde bile eteklerinin dibindesiniz? Hatta kimileriniz soru size sorulmuşçasına araya neden girersiniz? Gazeteci oraya sizin hayatınızı dinlemeye mi gelmiştir? Neden söyleşi öncesi gazetecilere bilumum uyarılarda bulunursunuz? Bir nevi korumaya aldığınız yavrularınız “Bu soruya cevap veremem” cümlesini kurmaktan aciz midirler? Bu ne korku ah, bu bize çektirdiğiniz nasıl bir ısdırap? Bana öyle geliyor ki aradan bir çekilseniz daha iyi anlaşacağız biz arkadaşlarla. Hayır artiz kişinin kendi derdini bir başkasına ısrarla söyletmesi de karizma yiyen bir hareket bence.

Tanesi 1500 dolardan Kuran Acar Group çok acar bir hareket yaparak Swarovski taşlı Kuran-ı Kerim hazırlamış. İlk alıcısının Seda Sayan olmasını bekliyorum. Sabah programına getirir ışıl ışıl okur sevenlerine. Hatta hac yolu su yolu Seray Sever, Deniz Akkaya, Seda Sayan üçlüsü tamamen el yapımı, kuagüle ve deri üzerine Swarovski taşlı, metal kapaklı Kuran-ı Kerim’lerini alır, cüz okuma partisi yaparlar. Böylesi daha heyecan verici. Dini bütün TV kanallarında da “Tanesi 1500 dolar Kuran-ı Kerim okumak caiz midir hocalar?” tartışması yapılmasını talep ediyorum.

Ordan Burdan

Has Parti kongresinde çalınan marşın Grup Yorum’a ait olmadığı anlaşıldı. Acep Erbakan sitesindeki Yorum şarkısını ne zaman kaldıracak? Hoca parıl parıl varak çerçevenin içinde gülümserken fonda Grup Yorum’un “Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor” parçası çalıyor. Olmuyor.
YÖK’ün adı değişecek diye duydum. YÜK olsun derim.
Godard 80 yaşına girdi dün. BFI (British Film Institute) doğum günü hediyesi olarak arşivden bir tel sundu twitter’da. Yıl 1968, National Film Theatre’da heyecanlı kalabalık konferansa gelecek Godard’ı bekliyor ve gele gele bir tel geliyor. Diyor ki; “Eğer orda değilsem yerime sokaktan çok fakir birini getirip bana vereceğiniz 100 pound’u ona verin. Ses ve görüntülere dair sorularınızı ona sorun. Benden öğreneceğinizden daha fazlasını öğreneceksiniz. Çünkü dili gerçekten keşfeden fakirlerdir”